Uzun yıllar boyunca Eski Antlaşma’nın tipoloji çalışmaları büyük ölçüde göz ardı edildi, alegorik ve yanlış yorum olarak görülüp dikkate alınmadı. Ancak son on ya da yirmi yıla ait teolojik literatürün açıkça gösterdiği üzere Kutsal Kitap teolojisinin yeniden canlanmasıyla bu alana yönelik yeni bir ilgi doğdu.1 Ama sıklıkla alegoriye meyil ettiği için birçok Hristiyan uzman arasında hala tipolojiye yönelik bir çekince var.2 Bu bölümün amacı, böyle teolojik ve son günlerle ilişkili bir tarih yorumunun Eski Antlaşma’nın kendisine uzanan derin köklerinin olduğunu göstermeye çalışmaktır.
Çalışmamız üç bölüme ayrılacak. İlk olarak Eski Antlaşma peygamberlerinin ve yazarlarının Tanrı’nın tarih boyunca yaptığı işlerle ilgili en temel anlayışlarının Tanrı’nın işlerinin tekrarlı oldukları, yani Tanrı’nın bir kez yapmış olduğu işi yine yapmış olabileceği ve bundan sonra da yapabileceği, çünkü değişmez adalet ve merhamet ilkeleriyle hareket ettiğine inandıklarını göstermeye çalışacağız. İkinci olarak, Eski Antlaşma’da Tanrı’nın geçmişteki işlerinin sadece tekrar edeceğinin değil, gelecekte geçmiştekinden daha büyük ölçekte ve daha harika şekillerde tekrar edeceğinin umudunu ve inancını göreceğiz. Son olarak alegorikten farklı olarak neyin tipolojik olduğunu kısaca ele alacak, Eski Antlaşma’yı tarihi ve doğrudan peygamberlikleri bakımından Mesih’te gerçekleşmesi bakımından nasıl okumamız gerektiğini anlamaya çalışacağız.
Tanrı’nın İşlerinin Tekrarlılığı
İsrailli peygamberlerin ve tarihçilerin güvendikleri ve esinli sözlerini kaydettiklerine inandıkları Tanrı ile ilgili en güçlü inançlarından bir tanesi, onun diğer ulusların ilahları gibi olmadığıydı çünkü diğer ulusların ilahları tamamen tahmin edilemez şekillerde davranıyor, bir şeyler yanlış gittiğinde kurbanlar sunularak öfkesinin tatmin edilmesini istiyordu. Bu şartlar altında yaşayan insanlar sonraki adımda ne olacağını asla bilemiyorlardı. İsrailliler Tanrı’nın onları kendi doğası ve amacıyla ilgili karanlıkta bırakmadığına inanıyorlardı. Tanrı onlara kendisini açıklıyor, güneş ve ayın varlığı gibi değişmeyen ilkelerinin olduğunu ve bunlara göre hareket ettiğini gösteriyordu. Bu yüzden de onun bundan sonra ve gelecekte de önceden yaptığı gibi hareket edeceğini var sayıyorlardı. Bu var sayım sayesinde bütün Eski Antlaşma birbirine bağlanır ve bütünlük kazanır. İnsan kararsız ve sadakatsiz olabilir ama o değişmez.3 Halkının arasında yaşar ve her zaman onlarla ilgilenir.4 Böylece her yeni kuşak onun babalarıyla olduğu gibi kendileriyle de olacağını bilir.5 Tanrı sözünü tutar ve bin kuşağa verdiği vaadini gerçekleştirir.6 Onun için zamanın akışı insanın algıladığı gibi değildir.7 Zaman onda değişime sebep olmaz; bu yüzden aynı anda hem zamanın başlangıcında, hem sonunda, hem de arada geçen tüm tarihsel akıştadır.8
Bu şekilde Yahve’nin tarihin Tanrısı olması anlayışı elbette Eski Antlaşma’nın bazı bölümlerinde diğerlerinden daha çok öne çıkar; çünkü kendisini İsrail’in tarihi boyunca her açıkladığında onun tarihin Rab’bi olması anlayışı daha belirgin oluyor. Fakat bunun yanında İsrail’in ulusal varlığının henüz ilk aşamalarında bile Tanrı’nın onlar için yaptıklarını dönüp baktıklarının kanıtlarını görebiliyoruz; Tanrı’nın onların Rab’bi olacağı ve onların da Tanrı’nın halkı olacaklarına dair yaptığı antlaşması zaman zaman öne çıkıyor. Toplamda tarihleri boyunca dönüp baktıkları en özel üç büyük ‘an’ var: İbrahim’in çağırılması, Mısır’dan çıkış ve Davut’un hükümdarlığı. Onlar için bu Tanrı “İbrahim’in Tanrısı”9 ya da “İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un Tanrısı”10 idi, çünkü onu bu üç ataları için yaptıklarıyla11, özellikle de bu atalarıyla yaptığı anlaşma sebebiyle böyle anıyorlardı.12 Bir halk olarak hayatta kalmalarının İbrahim’e verilen sözlere bağlı olduğunu görmüşlerdi. “Seni büyük bir ulus yapacağım, seni kutsayacak, sana ün kazandıracağım. Bereket kaynağı olacaksın. Seni kutsayanları kutsayacak, seni lanetleyeni lanetleyeceğim.”13 “Bu toprakları senin soyuna vereceğim.”14 “seni fazlasıyla kutsayacağım; soyunu göklerin yıldızları, kıyıların kumu kadar çoğaltacağım. Soyun düşmanlarının kentlerini mülk edinecek. Soyunun aracılığıyla yeryüzündeki bütün uluslar kutsanacak.”15
Aynı zamanda Tanrılarından onları Mısır ülkesinden çıkaran Tanrı olarak da bahsediyor,16 tekrar tekrar Mısır’dan çıkışlarına gönderme yapıyorlar. Bu Yahve’nin onları özgür bir ulus yapan büyük eylemiydi. Onlarla bir antlaşma yapmış, bir ulus olarak yanlarında olmuştu. Buna daha sonra tekrar döneceğiz, ama Tanrı’nın geçmişte onlar için yaptığı bu büyük işi ve kendileriyle yaptığı antlaşmayı hatırlamaları önemli bir noktadır. Üçüncü olarak ise Tanrı’nın Davut’u tahta nasıl geçirdiğini, ona zaferler vererek krallık düzenini nasıl oturttuğunu17 ve onun yerine tahta geçecek soyuyla da birlikte olacağının sözünü verdiğini hatırlıyorlar.18 Bu yüzden geçmişleri ve Tanrı’nın onlarla nasıl ilgilendiğinin tarihi İsrail için de başkaları için de önemliydi. Peygamberler ve tarihçiler, bilgeler ve mezmur yazarları, Tanrı’nın geçmişte yaptıkları işlere birçok farklı açıdan baktıklarında geçmişin tekrar edilmiş ve tekrar edilebilecek olduğunda ısrarcı olmuşlardır.
Tanrısal Lütuf Eylemlerinin Tekrarlılığı
İsraillilerin arkalarına baktıklarında hatırladıkları, Tanrı’nın lütfunun ve gücünün görüldüğü en büyük olay Mısır’dan çıkışlarıydı. Özel öneminden ve İsrail için tutsaklıktan kurtulma deneyimi olmasından dolayı Mısır’dan çıkış olayına daha sonra tekrar döneceğiz. Gerçek Mısır’dan çıkış olayının bu özel öneminden bağımsız olarak Tanrı’nın onlara Firavun’a karşı verdiği zafer, onları tüm düşmanlarının karşısında zafere götüreceğinin bir güvencesi olarak görülmüştü.19 Mısır’dan çıkıştan sonra çölde geçirdikleri dönem sırasında İsrail için bir yokluk baş göstermişti ve Yahve tüm halkının ihtiyaçlarını karşılayıp onları gitmeleri gereken yola yönlendirmişti.20 Bu peygamberler ve mezmur yazarlarınca başka yardım gelebilecek hiçbir yer yok gibi görünüyorken Tanrı’nın onlara yardım ettiği ve bu yüzden her ihtiyaçları olduğunda ona yine güvenebilecekleri inancını güçlendirmek için anımsatıldı.21 Kenan ülkesinin fethedilmesi Tanrı’nın halkına Sihon ve Og’a karşı verdiği zaferin tekrarıydı.22 Bütün bu zaferler onun her zaman halkına düşmanlarının önünde zafer vereceğinin güvencesiydi. Midyan, Sisera, Yavin, Orev ve Zeev’e karşı verdiği zaferler de böyleydi.23 O halde gelecekte de düşmanlarına karşı yine zafer kazanabilirlerdi. Mezmurlar Tanrı’nın halkına kurtuluş ve zafer vermek için tarihte yaptıklarını ona merhameti ve gücü için şükretme sebepleri olarak sık sık kullanır. Fakat aynı zamanda mevcut düşmanlarından kurtarmaya gücünün yeteceğine ve gelecekte ne tür sorunlar ve zorluklarla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar yine onları korumaya ve yönlendirmeye devam edeceğine olan inancın temeli olarak da hatırlatır.24 İnanan birisi her zaman geçmişte kurtaran Tanrı’nın gelecekte de bunu yapacağını söylemelidir.25
Tanrısal Yargı Eylemlerinin Tekrarlılığı
Tanrı’nın sadece kurtarışları değil, aynı zamanda yargısı da tekrar edebilir. Kutsal Kitap tarihinin başında gelen büyük yargılar Tanrı’nın adaletinin hatırlatıcıları ve onun yollarını tamamen reddedenlerin yargılanacağının uyarısıydı. İsrail’in üzerine yargı indiğinde düşmanlarının sel gibi geldiği söylenirken bazen büyük tufana gönderme yapılır.26 Yeşaya 24’ün vahiysel dilinde büyük tufan açıkça bir yargı olayı olarak görülür. “İşte RAB yeryüzünü harap edip viraneye çevirecek…” (a.1). 18. ayet “göklerin kapakları açılacak” derken Yaratılış 7:11’deki ifadelerin aynısını tekrarlar. Daha sonraki ayet ise tufanın sonuçlarından bahseder: “Yeryüzü büsbütün çatlayıp yarılacak, sarsıldıkça sarsılacak.” Yani gelecekte gelmesi beklenen bir yargı, geçmişteki motifi izleyecektir. Ayrıca Tanrı’nın Sodom ve Gomore’yi yargıladığı gibi sadakatsizlik yapmaya devam ederse kendi halkını da yargılayacağı uyarısı vardır.27 Benzer şekilde bu yargı eylemi onun ulusları yargılama şeklinin bir örneği olarak sunulur.28 İnsanlar Sodom ve Gomora’dakiler gibi konuştuklarında bu şehirlerin üzerine inen yargıyı hak ettikleri ima edilir.29 Ayrıca Tanrı’nın yargısının Mısır’daki belalar gibi geleceği de söylenir.30 Ya da İsrail’den önce Kenan ülkesinde yaşayan halkları iğrenç ahlaksızlıkları nedeniyle yargıladığından bunu bir daha yapacaktır. Hatta eğer Tanrı’nın seçilmiş halkı olma çağrılarına uygun yaşamak yerine putperestler gibi yaşamakta ısrarcı olurlarsa, kendi halkını da onları yargıladığı gibi yargılayacaktır.31 Gelecekteki yargılar da Baal-Peor’un yargılanması gibi,32 Şilo’nun atfedilirken (Yer. 46:7-8 ve karş. Amo. 8:8, 9:5) bazılarında bu belirsizdir. Mez. 18:6-16’da büyük tufanın tasvirindeki niteliklerle Mısır’dan çıkış sırasında Tanrı’nın kendisini göstermesinin tasvirindeki nitelikler birleştirilmiş gibi görünmektedir. Mez. 29:10’da ise Mezmur yazarı geçmişte olmuş her şeyin Yahve’nin kontrolü altında olduğuna dair eminliğini ifade eder, büyük tufana açık bir göndermede bulunur ve bu İbranice mabbul sözcüğünün Yaratılış anlatısı haricinde kullanıldığı tek yerdir.
Şilon’un yok edilmesi gibi,33 Ahav’ın evine inen yargı34 gibi olacaktır. Onun değişmez ve adil bir Tanrı olduğunu ve geçmişte yaptıklarını gelecekte de yapacağını insanlara göstermek için Tanrı’nın geçmiş yargıları hatırlatılmıştır.35 Tanrı’nın halkını ıslah ettiği eylemlerinin tekrarlı bir doğası vardır çünkü halkının sadakatsizliği ve isyankarlığı üzücü bir biçimde tekrarlanmıştır. İsrail tekrar tekrar ve boş yere Rab yerine başka uluslara güvenmiştir. Bu yüzden de tekrar tekrar bu heveslerinin sonuçlarını öğrenmeleri gerekmiştir.36 Ulusal tarihleri boyunca onları defalarca kurtarmış olan Tanrı yerine tekrar tekrar başka ilahlara yönelmişler, ve tekrar tekrar bu tavırlarının boşunalığını öğrenmeleri gerekmiştir.37 Tarihleri boyunca sadakatsizliğin ve Yahve’yi reddetmenin başarısızlığa ve yargıya götürdüğünü tekrar tekrar görmüşlerdir.38 Çünkü Yahve İsrail’i ve diğer tüm ulusları adaletiyle yöneten kutsal bir Tanrı’dır. Ama Tanrı’nın halkını tekrar tekrar yargıladığı gerçeği onun sadece yargılayan bir Tanrı değil, aynı zamanda sonsuz merhamete sahip bir Tanrı olduğunu gösterir. “Çünkü Tanrı’nın armağanları ve çağrısı geri alınamaz.”39 Devamlı olarak halkını kendisine döndürmeyi ve onları bağışlamayı istemiştir. Merhamet ve yargı arasındaki bu karşılıklı etkileşim İsrail’in tarihinin ya da Tanrı’nın onlar için yaptığı şeylerin tekrarlı doğasını en açık şekilde gösterir.
Bu, Eski Antlaşma boyunca kadar başka hiçbir yerde Hakimler kitabındaki kadar açık bir şekilde görülmez. Bu kitapta bu tekrarlı tarih anlayışının şekillendirdiği bir motif görülür. Sadakatsizlik başarısızlık ve yenilgiye, tövbe yeniden zafer kazanılmasına götürür ve tarih bu şekilde kendini tekrar eder. Yani şu dizinin tekrarlandığı görülür: isyan, yargı, tövbe, ve sonra Tanrı’nın gönderdiği bir kurtarıcı aracılığıyla zafer.40 İsrail yargılanırken ölçüt her zaman Tanrı’yla olan antlaşmalarıydı ve bunun Eski Antlaşma’nın tarihsel anlayışı için olan öneminden dolayı şimdi ona değinmeliyiz.
Antlaşmanın Önemi
İsrail’in taptığı Tanrı ile olan bütün ilişkileri onunla olan antlaşmaları ile belirlenmişti. Bu İbrahim’in antlaşmasının özüydü; ama şüphe yok ki her şeyden çok Mısır’dan çıkarlarken Tanrı’nın onlarla yaptığı antlaşmaya bakıyorlardı. Rab orda İsrail’in Tanrısı olacağına ve İsrail’in de onun halkı olacağına söz vermişti. Antlaşmanın onları bağlayan kısmı Tanrı’yı dinleyecekleri ve ona sadık kalacaklarına olan sözleriydi.
Tanrı’nın Eski Antlaşma’da verdiği sözler İbrahim’e (ve daha sonra İshak ve Yakup’a), Mısır’dan çıkış sürecinde Musa’ya ve krallık kurulduktan sonra da Davut’a verdiği vaatlere dayanıyordu. Daha sonraki kuşaklar Tanrı’nın sözlerine özellikle bu zamanlarda verilen vaatlere dayanarak güvendiler. Ayrıca Tanrı antlaşmanın kendisini bağlayan kısmından asla caymayacağının sözünü veriyordu.41 Antlaşma yükümlülüklerini yerine getirdikleri sürece İsrail’in Tanrısı olmaktan, onları kendi halkı olarak korumaktan, kurtarmaktan ve kutsamaktan asla vazgeçmeyecekti. Yükümlülüklerini yerine getirdiklerinde Tanrı’nın vereceğini vaat ettiği bereketler sayıca çok ve çeşitliydi.42 Dahası, sadakatsizlik ettiklerinde eğer gerçekten tövbe ederlerse43 her zaman merhamet göreceklerdi. Yani İsrail antlaşmaya bağlı kaldığı müddetçe Tanrı’nın lütfunu görecekti. Ancak eğer antlaşmanın yükümlülüklerini yerine getirmezlerse, yani onu tanımaz ve sadakatsizliklerinden dolayı tövbe de etmezlerse, o zaman Tanrı’nın lütfu ve bereketleri üzerinde hiçbir hakları olmayacaktı.44 Antlaşma onları yargılayacak ve kusurlu bulacaktı.45 Hatta İsrail’in Eski Antlaşma tarihi, ulusun antlaşmaya bağlı kalmaması ile Tanrı’nın tarih boyunca belli aralıklarla ‘defalarca peygamber kullarını’ göndermesinden oluşan tek ve uzun bir hikayedir.46 Yargılar, daha doğrusu tekrar eden yargılar vardı ve peygamberler halka yanlışlarının, yenilgilerinin ve sıkıntılarının tesadüf eseri olmadığını göstermeye çalışıyorlardı. Eğer geçmişlerine bakarlarsa aynı şeyin tekrar tekrar görüldüğünü fark edeceklerdi.
Eski Antlaşma tarihi anlayışının bu yönü özellikle krallık kayıtlarında belirgin olarak görülür. Bütün İsrail ve Yahuda krallarının egemenlikleri, tamamen Yahve’ye olan sadakatleri veya sadakatsizlikleri baz alınarak tarif edilir. Kıyaslama yapılırken kullanılan bazı belirgin ölçütler de vardır. Mesela Tanrısına olan sadakatini ve inancını koruyan Davut’un egemenliği47 ile Rab’bi reddeden ve antlaşmayı hor gören Yarovam ya da Ahav’ın egemenliği48 bu ölçütlere örnektir. Belli bir kralın egemenliği sırasında görülen meseleler de yine bu sadakat ve sadakatsizlik temeline göre değerlendirilir. Ya merhamet, kurtuluş, zafer ve barış vardır, ya da yargı ve onun sonucu olarak başarısızlık, düzensizlik ve yenilgi vardır. Yani antlaşma, tarihi belirleyendir. Tanrısal yargı veya kurtarış, Yahve’nin değişmez bir Tanrı olmasının doğal sonucu olarak tekrarlanmıştır.
Önceden bildirme İmkânı
Buradan çıkartılabilir ki İsrail’in peygamberlerinin önbildirileri Delfi kahinleri ya da başka antik kahinlerin kehanetleri gibi gizemli ya da muğlak sözlerden ibaret değildi. Peygamberler tarihin tesadüf eseri olaylardan oluşan bir şey olmadığını açıkça görüyorlardı. Tanrı’nın yaklaşmakta olan yargılarından dolayı uyarıda bulunduklarında boş laf etmiyorlardı; sözleri gelecek olaylara dair esinli tahminlerden oluşuyordu. Tanrı’nın amaçları doğrultusunda Peygamber kaçınılmaz yargının ya da kurtuluşun tam olarak ne zaman geleceğini her zaman göremiyordu. Peygamberler ve mezmur yazarları aynı tarih anlayışını paylaştıkları için kötülük yapan insanların ve ulusların üstün gelmeye devam etmeleri karşısında şaşkınlığa düşüyorlardı.49 Ama temelde kendilerinin ve başka ulusların tarihlerini belirleyen etkenlerin bilincindeydiler. Tanrısal eylemlerin geçmişte halihazırda açığa vurulmuş ve gelecekte de geçmişte olduğu gibi kendisini gösterecek ilkelerini anlıyorlardı.50 Bir peygamber bazen coşkun duygularla, kendi düşünce gücü ve anlayışını kullanarak konuşabilir, çünkü en azından kısmi de olsa bir aşkınlık deneyimi içerisinde Tanrısal vahyin bir aracı işlevini görebilir. Ama bundan ziyade peygamberlik esini, temelinde Tanrı’nın kendi doğası ve antlaşması uyarınca gelecekte de geçmişte davrandığı gibi davranacağının anlayışını kullarına açıklamasıdır. Eski Antlaşma’nın öne çıkan peygamberlerinden hiçbiri basit bir medyum ya da mistik değildi. Peygamberler insanların inatla Tanrı’ya başkaldırdıklarını, açıkça tövbe etmeyi ve ona dönmeyi reddettiklerini gördüklerinde, yargının yaklaştığını bilirlerdi. Bir halkın tövbe ettiğini ve Tanrı’ya itaat etmeye istekli olduğunu gördüklerinde de Tanrı’nın onlara zafer ve refah getireceğinden emin olur, Tanrı’nın kendisini sevenler için iyi şeyler hazırladığının vaadiyle halkı teşvik ederlerdi. Böyle tahminlerin yapılabilmesi büyük ölçüde antlaşmanın uyarılarına ve vaatlerine, ve ayrıca peygamberlerin Tanrı’nın geçmişte yaptıklarını gelecekte de yapacağına olan inançlarına dayanırdı. Peygamberlik sözlerinin doğruluğu da tekrar tekrar kanıtlanırdı.
Ancak çoğu zaman peygamberin tahmini mutlak hükümlü olmazdı. Bildirdiği yargı koşula bağlı olurdu. Zaten insanlar Tanrı’ya dönerek bu yargıyı önleyebilsinler diye peygamberlik sözünü duyurur, bu yüzden Tanrı’ya yalvarıp yakarırlardı.51 Ancak peygambere Tanrı’nın ıslahı gelene dek tövbenin de fayda etmeyeceği açıklanırsa, bu gelecek yargının kaçınılmazlığını da bildirirdi. Yani peygamberin tahminleri ulusun antlaşmaya yönelik tavrına bağlıydı.
Duanın Temeli
Antlaşma aynı zamanda duanın temeliydi. Eski Antlaşma’da dua anlamını Yahve’nin halkıyla olan antlaşmasının ortadan kalkmayacağına olan inançtan alıyordu. Tanrı vaadini açıklamıştır ve o değişmeyen bir Tanrıdır. Dua normalde isteksiz olan, fakat insanın dualarının ısrarıyla ya da verdiği sunularla bir şey yapmaya razı olan bir Tanrıyı ikna etme ya da sakinleştirme girişimi değildir. Dua, tövbe ve imanla ona gelenlerin istediklerini alacaklarından emin olarak Tanrı’ya yönelmektir. Bu eminliğin kaynağı ise Tanrı’nın söz vermiş olması ve geçmişte sözünü tutmak için yapmış olduklarıdır. Bu yüzden bir insan şöyle dua edebilir: “Kulların İbrahim’i, İshak’ı, İsrail’i anımsa. Onlara kendi üzerine ant içtin, ‘Soyunuzu gökteki yıldızlar kadar çoğaltacağım. Söz verdiğim bu ülkenin tümünü soyunuza vereceğim. Sonsuza dek onlara miras olacak’ dedin.”52 Ya da benzer şekilde şöyle diyebilir: “Anımsa geçmişte sahiplendiğin topluluğu, kendi halkın olsun diye kurtardığın oymağı ve üzerine konut kurduğun Siyon Dağı’nı.”53 Tanrı’nın geçmişteki eylemlerinin şimdi ve gelecekte beklenen kurtuluşa olan inancın temelleri olduğunu Mezmurlar’da tekrar tekrar görürüz.54 Ayrıca geçmişte olduğu gibi şimdi de Rab’be karşı günah işlemiş bir insan ya da halkın ancak tövbe yoluyla onun desteğini yeniden göreceği anlaşılmaktadır.55
Yasa ve Tarih
Yasanın İsrail için sadece soyut ilkelerden ibaret bir bildirge değil, dikkatlice düzenlenmiş bir davranış etiği olması da önemlidir. Yasa Tanrı’nın adaletinin ve merhametinin ifadesidir. Antlaşmanın ilkelerinin bir bildirisidir. Eski Antlaşma yasası, Tanrı’nın halkıyla Mısır’dan çıkarken yaptığı antlaşmadır.56 On Emir şöyle başlar: “Seni Mısır’dan, köle olduğun ülkeden çıkaran Tanrın RAB benim.”57 Diğer birçok başka yasa da Mısır’dan çıkışla doğrudan bağlantılıdır. Bazılarında İsrail’in tutsaklık sırasındaki deneyimlerine gönderme vardır. Örneğin yabancılar, dullar ve yoksullarla ilgilenme yükümlülüğü vardı çünkü Mısır’dayken kendileri de zor durumda olmanın ne demek olduğunu ve onları kurtaran Tanrısal merhameti görmüşlerdi.58 Kimi yasaların ise sadece Yahve’nin yapmış olduğu işler ve Mısır’dan çıkıştaki antlaşma nedeniyle yerine getirilme yükümlülüğü vardır. Örneğin sunuların nasıl sunulacağının detaylarını belirleyen yasalar şöyle ifade edilmişti: “Kutsal adıma leke sürmeyeceksiniz. İsrail halkı arasında kutsal tanınacağım. Sizi kutsal kılan RAB benim. Tanrınız olmak için sizi Mısır’dan çıkardım. RAB benim.”59 Bu yüzden yasa sadece İsrail’in uyması gereken bir düzen değil, aynı zamanda Tanrı’nın geçmişteki eylemlerinin şimdi de aynı olan ve gelecekte de aynı kalacak ilkeleriydi. Bu ülkeleri ayrıca Mezmurlar ve bilgelik kitaplarında da bulabiliriz. Önemli bir gerçek şu ki, bunlar hiçbir zaman tarihten ayrılarak soyut ilkelere dönüşmediler. Yahve yaşayan bir Tanrıdır; dün de, bugün de, sonsuzluk boyunca da aynıdır. Yasa, tarih ve peygamberlikler, tarihin kendi kendini tekrar etmesinin ya da Tanrı’nın yargılarının ve kurtarışlarının tekrar edeceğinin örneklerini oluştururlar. Bu örnekler en açık biçimde Levililerin Kutsallık Yasalarında, Yasa’nın Tekrarı’nın bereketler ve lanetler inen kısımlarında, söz dinlerliğin bereketler getireceği vaatlerinde ve söz dinlemezliğin üzücü sonuçlarına dair uyarılarda görülür. Bunlar geçmişten referanslar içerirler ve tarihin nasıl tekrar edebileceğini gösterirler.
Anmalar ve Bayramlar
Yasa devamlı olarak İsrail’in önünde durdu ve bilge insanın gece gündüz ondan zevk alması beklendi.60 Ama Tanrı’nın yaptıklarını hatırlatan başka şeyler de vardı. Beytel, Gilgal, Akor, Even-Ezer, Peres-Uzza ve böyle birçok başka isim vardı.61 Bu isimlerin antik İsrailliler için olan anlamları, bu sözcüklerin kökenleriyle ilgili modern tartışmalarla değişmemiştir. Tanrı’nın yazılı geleneklerinde tarif edilen çeşitli işlerini İsraillilerin hafızalarında tutmayı amaçlayan ‘görsel araçlar’ da vardı: Ürdün’deki taşlar, Akan’ın ve Ai kralının mezarındaki taş yığınları, ya da Filistliler geri getirdiklerinde antlaşma sandığının üzerine konduğu taş gibi.62 Eski Antlaşma böyle örneklerle doludur ve bunlardan her biri tarihleri boyunca yazılı geleneklerinde anlatılan Tanrı’nın işlerinin görsel hatırlatıcısıdır.63
Hepsinden önemlisi de bayramlar vardı. Yine bunların kökenleriyle ya da tarımsal yönleriyle ilgilenmiyoruz. Eski Antlaşma için önemli olan şey onların tarihsel bağlantılarıydı64 ve bu yüzden İsraillilerin tarihin yaşayan ve değişmez Tanrısına olan inançlarını devamlı tazeliyor ve canlı tutuyorlardı.
Mesela Fısıh ve hamursuz bayramı böyleydi. Bu bayram Musa’nın Firavun’dan halkın çölde üç gün yol almaları için izin istediği65 tarımsal bir bayram olarak başlamış olsa da66 Mısır’dan çıkış ile ayrılamaz biçimde birbirine bağlanmıştır.67 Taşıdığı önem tarımsal bir anlamdan çok daha fazlası haline gelmiştir; ulusal ve tarihseldir. Krallık günlerinde Fısıh’ın nasıl kutlandığıyla ilgili pek az şey biliyoruz ve ona öncelikli bir önem verilmemiş gibi görünüyor. Ama kutlandığının özel olarak kayıt edildiği zamanlar Hizkiya ve Yoşiya’nın egemenliği sırasında görülen büyük ulusal ve dini canlanma dönemine aittir.68 Mısır’dan çıkışa ait kayıtlar ve gelenekler aracılığıyla sadakatini koruyan İsrailliler Fısıh’ı Tanrı’nın halkını tutsaklıktan kurtarmak için yaptıklarının hatırlanması için kutlamaya devam ettiler. Pedersen’in sözleriyle: “Fısıh eski ortak geçmişin yeniden hatırlanmasını amaçlıyordu.”69 “Fısıh halkın bağımsız bir ulus olarak varlıklarını temellendiren olayı yeniden deneyim ettikleri bir bayramdı.”70 Tarihsel kurtuluşlarını yeniden yaşamak için aceleyle ve ellerinde asalarıyla yer, sadece hamursuz ekmek tüketirlerdi. Bunu yaparak “halk tarihini anıyor ve böylece kendini güçlendiriyordu”.71 Tanrı’nın Mısır’dan çıkışta yaptığı gibi halkını düşmanlarından kurtaracağına olan inançları kuvvetleniyordu.
Benzer şekilde Şavuot İsrail’e Mısır’daki tutsaklık günlerini hatırlatır.72 Jübile yılı Rab’bin halkını bir daha tutsak olmasınlar diye özgür bıraktığının hatırlanmasıdır.73 İlk ürünlerin sunulması ve ilk doğanların adanması,74 Mısır’dan çıkışı ve vaat edilen ülkenin alınışını anar. Sukot bayramı İsrail’in çölde geçirdiği zamanı ve Tanrı’nın orada onlar için gösterdiği sağlayışı anar.75 Ona tarihsel anlamını ise çok daha sonra Purim bayramı vermiştir.76 Orijinal anlamı ne olursa olsun ve bu anlamın ne kadarı korunmuş olursa olsun genel itibariyle İsrail’in bayramlarının tarihsel kökenli olduğunu ve Tanrı’nın tarih boyunca yaptığı işlerini anma amaçlı olduklarını söylemek doğru olur. Bunların her birinde eski ulusal ve tarihsel bir olay yeniden deneyim edilir, böylece yaşayan ve değişmeyen Tanrı’ya olan inanç güçlendirilir.
Tarihin Yorumlanması
İsrail için tarih hiçbir zaman geçmiş olayların öylece anlatılmasından ibaret olmadı. Eski Antlaşma boyunca tarih teolojik olarak yazılmıştır ve tarihin bu şekilde yazılmasının arkasında Tanrı’nın önceki işlerinin hatırlanması geleneği vardır ve bu pratik ulusun tüm geçmişi boyunca görülür.77 İnsanlar bu geçmiş Tanrısal işleri her sonradan gelen kuşağa öğretme sorumluluğuna sahiplerdi.78 Özellikle Tanrı’nın Mısır’dan çıkışta yaptığının hikayesini mutlaka aktarmalıydılar.79 Tanrı’nın yaptıklarını hatırlamak için yapılan anmaların anlamlarını da açıklamaları gerekiyordu.80 Gerçek bir İsrailli her zaman mezmur yazarıyla birlikte şunu söyleyebilmelidir: “Ey Tanrı, kulaklarımızla duyduk, atalarımız anlattı bize, neler yaptığını onların gününde, eski günlerde.”81 Burada da belirttiğimiz gibi birçok mezmur yazarı geçmişte yaptığı işlerden dolayı Tanrı’yı övmek ve iman uyandırmak için ulusal tarihlerini hatırlatmışlardır.82 Eski Antlaşma tarihçileri yaşanan olayları ya da geçmişteki insanların imanla neler başardıklarını kayıt etmemişlerdi. Tanrı’nın ne yaptığını göstermeyi amaçlamışlardı. Zafer Tanrı’nın kurtarışıyla ilişkilendirilmişti. Yenilgi ise insanın sadakatsizliği ve Tanrısının gücüne güvenmemesiyle açıklanıyordu.
İnsanlar tarihi bilmeye ve hatırlamaya teşvik ediliyordu83 çünkü tarihi öğrenmek Tanrı’nın yollarının öğrenilmesi demekti.84 Eski Antlaşma’nın tarih kitapları aynı zamanda ‘ilk peygamber kitapları’dır. İster bu kitapların yazarlarını, ister peygamber denince aklımıza daha önce gelenleri düşünelim, peygamberlerin görevi sadece yaşadıkları zamanın günahlarını ayıplamak, yaklaşan gelecek yargıyı ve Tanrı’nın merhametini duyurmak değil, aynı zamanda o dönemle ve gelecekle ilgili söylediklerinin temeli olarak Tanrı’nın geçmişteki yargısını ve merhametini göstermektir. Peygamberler tarihin yorumcusudurlar ve geçmişin mevcut durumla ilgili söylediklerini ifade ederler. Tanrı geçmişte sadakatsizliği yargıladı, kendisine döndüğünde ve güvendiğinde ise halkını bereketledi. Tarihin anlatılması peygamberseldir; “öyküden ziyade referansla, onunla değil seninle, zamanın birinden ziyade şimdiyle ilgilidir”.85 Yargı bütün geçmiş boyunca görüldüğünden bir buyruk niteliği kazanıyor ve Tanrı’nın şimdiki zamana hitap eden bir sözü oluyor. Tanrı bugünkü durumlarda da yargısı ve merhametini önceden gösterdiği koşullarda gösteriyor ve gelecekte de halkına aynı şekilde davranacak.86
Tipolojinin arka planı olması bakımından bunun önemli olduğu açıktır. Tarih tekrar edebilirliğinden dolayı kayıt altına alınır. Elbette bütün detaylarıyla kaydedilmez ama Tanrı’nın geçmişte insanlara yönelik eylemlerinde görülen ilkelere göre kaydedilir. Ancak Eski Antlaşma yazarlarının geçmişteki benzerine çok yakın buldukları bir olay vardır ve tipolojinin gelişimi açısından taşıdığı önem nedeniyle daha dikkatlice ele alınması gerekir. Ulusun Mısır’daki tutsaklığı, Mısır’dan çıkış, çölde geçen zaman ve ülkeye yerleşme (ve yeniden yerleşme) motifi hem sürgünde hem de sürgünden dönüşte tekrar etmiştir.
İkinci Mısır’dan Çıkış
Krallık günlerinde peygamberler ulusun ahlaki ve ruhsal düşüşünü ve bu düşüşle birlikte etraflarını saran büyük güçlerin oluşturduğu tehdidin yükseldiğini görmüşler, Tanrı’ya başkaldırmanın ve onun gücüne güvenmemenin sonuçlarının yeni bir tutsaklık olacağına dair uyarılarda bulunmuşlardır. Hoşea “Geri dönecekler Mısır’a”87 derken sadece yeni bir tutsaklığı ima etmemiş, aynı zamanda ulusun Tanrı’yı tanımayı öğrenmeye yeniden başlamak zorunda kalacağını, ülkesinden çıkartılacağını, yeniden çadırlarda yaşamaya başlayacağını, güven ve söz dinleme derslerini yeniden öğrenmek için bir başka çöl deneyimi yaşayacaklarını bildirmişti. “İşte bu yüzden onu ikna edip çöle götürecek, onunla dostça konuşacağım. Kendisine orada bağlar vereceğim, Akor Vadisi’ni ona umut kapısı yapacağım. Gençlik günlerinde olduğu gibi, Mısır’dan çıktığı günlerde olduğu gibi, ezgiler söyleyecek.”88 Yeremya, Babil’in Yeruşalim ve Yahuda’yı ele geçirmesinin an meselesi olduğu bir dönemde yaşadı ama çaresizliğin içinden iman ve umudu gördü; bu umut onları Mısır’dan çıkaran Tanrı’ydı. ““Artık insanların, ‘İsrail halkını Mısır’dan çıkaran RAB’bin varlığı hakkı için’ demeyecekleri günler geliyor” diyor RAB. “Bunun yerine, ‘İsrail soyunu kuzey ülkesinden ve sürdüğü bütün öbür ülkelerden geri getiren RAB’bin varlığı hakkı için’ diyecekler. Böylece kendi topraklarında yaşayacaklar.””89 Bu ikinci tutsaklıkta, yani ikinci ‘Mısır’ deneyiminde insanların yüreklerinde bu umut büyümeye başlamıştı. Diğer ulusların arasında yaşarken İsrail Tanrısını hiç olmadığı kadar derin bir şekilde tanımaya başladı: O yeryüzündeki tüm ulusların Tanrısı, tarihin üzerinde egemen ve onu değiştirmeye yetkin olan, ulusların onun için ‘kovada bir damla su’ olduğu Tanrıydı. Tanrı geçmişte yaptığını olduğu gibi tekrar etmeyecek, yeni ve daha büyük bir şey yapacaktı. Eski günlerde Rab İsrail’i Mısır’dan çıkarmış, ‘denizi, engin suların derinliğini’ kurutmuş, ‘kurtulanların geçmesi için denizin derinliklerini’ yola çevirmişti. Peygamber Tanrı’nın bunu yine yapacağını söylüyordu: “RAB’bin kurtardıkları dönecek, sevinçle haykırarak Siyon’a varacaklar.”90 Babil’in gücünü Mısır’ın atları ve savaş arabaları gibi bastırıp söndürecekti.91 Yeni bir Mısır’dan çıkış yaşanacaktı,92 ama bir farkla: “Aceleyle çıkmayacak, kaçıp gitmeyeceksiniz; çünkü RAB önünüzden gidecek, İsrail’in Tanrısı artçınız olacak.”93 Çölde Tanrı’nın daha önceden hazırladığı muhteşem şeyleri bulacaklar, dahası orada düz bir yol açacaklardı.94 Rab halkını bilmediği yeni bir yolla yönlendirecek, onlara çölde ırmaklar yapacak, böylece yüceliğini gösterecekti.95 Kayanın içinden yine sular fışkırmasını sağlayacak,96 onları açlıktan, susuzluktan ve kavurucu sıcaktan koruyacaktı.97
Hezekiel’de de çöl deneyimlerinin tekrar edeceği düşüncesi yer alır ama Hoşea’nın yukarıda alıntılanan peygamberliklerine benzerdir. Sürgündeki peygamber Rab’bin sözünü halka aktarmaktadır: “Güçlü ve kudretli elle, şiddetli öfkeyle sizi uluslar arasından çıkaracak, dağılmış olduğunuz ülkelerden toplayacağım. Sizi ulusların çölüne getirecek, orada yüz yüze yargılayacağım. Atalarınızı Mısır Çölü’nde nasıl yargıladıysam, sizi de öyle yargılayacağım. Egemen RAB böyle diyor” (Hez. 20:34- 36). Bu çöl deneyimlerinden bazılarına ikinci kez görüldüklerinden dolayı ruhsal anlamlar yüklenebilir ama Tanrı’nın halkı için yaptıkları sonraki tekrarlarda da öncekilerle ilkesel olarak aynıdır. Bu yüzden peygamberler tutsaklık, özgürlük ve çöldeki ruhsal deneyimlerin tekrarlılığına değinmişlerdir. Bu tarihsel tekrarlılık tipolojinin altındaki zemini oluşturur ve aynı zamanda tipolojinin bir başka önemli temeli olan Tanrı’nın önceki işleriyle yeni işleri arasındaki ölçü farkının bir göstergesidir.
Tanrı’nın Gelecekteki İşlerinin Daha Görkemli Olması
Tipolojinin temelinde yer alan ikinci önemli gerçek İsraillilerin şu yöndeki umuduydu: Tanrı sadece geçmişteki işlerinde uyguladığı ilkeler uyarınca yeni işler yapmakla yetinmeyecek, aynı zamanda bu yeni işler daha önceden görülmemiş ölçekte olacaktır.98 Eski Antlaşma’da gördüğümüz üzere İsrail’in imanı devamlı ileriye bakan bir imandır. İbrahim’e verilen vaat, Mısır’dan çıkıştaki antlaşmayla ilgili vaat, ve Davut’a verilen vaatler hep böyleydi. Tanrı’nın halkı için hazırladığı mirası henüz tamamen almadıkları, yenilgi gördükleri, düşmanları tarafından tutsak edildikleri, esenlik, güvenlik ve zenginliğin tadını çıkaramadıkları sürece vaatlerin henüz tam olarak gerçekleşmemiş olduğunu anlayabiliyorlardı. Geçmişteki hatalarının ve kusurlarının bilincine vararak daha aydınlanmış bir ulusa dönüşen İsrail, “halkın isteklerine ve ihtiyaçlarına tam olarak uyan daha mükemmel bir geleceğin Tanrı’nın vaat ettiği gelecek resmine daha uygun olduğunu hissediyordu.”99 En azından yazan ilk peygamberlerin yaşadıkları dönemlerden beri insanlar Tanrı’nın lütuf ve yargı işlerinin basitçe tekrarlanmasından daha fazlasını bekliyorlardı. Yaklaşmakta olan “Rab’bin Günü”nü dört gözle bekliyorlardı çünkü o zamanda Tanrı halkı her zamankinden daha çok yükseltilecek, diğer uluslar ise yargılanacaktı. M.Ö. sekizinci yüzyılda Amos’un bu umudun bilindik bir ifadesine gönderme yaptığını görüyoruz.100 Bu durumda peygamberin işaret ettiği üzere umut çarpıklaştırılmış, Tanrı’nın halkından beklediği ahlaki taleplerle ilgili anlayıştan ayrılmıştı; ama en azından hala tarihin zirve noktasını ve Tanrı’nın kendisini açıklamasını işaret eden bir umuttu. Bunun sonraki bazı peygamberlerin mesajlarının önemli bir parçası olduğunu da görüyoruz. Hagay ve Zekeriya’da yer buluyor, Sefanya, Yoel ve Malaki’de ise oldukça ön planda tutuluyor.
Peygamberler ve halk bu “Rab’bin Günü”nün eşsiz olacağına inansalar da, onu geçmişte gördüklerine göre yorumlamaktan kendilerini alıkoyamıyorlardı. Fairbairn’in ifadesiyle “olacak olanlara dair beklentiler, çok sıklıkla önceden olmuş olanların daha yeni ve yüksek bir ifadesi şeklindeydi.”101 Geleceği Tanrı’nın onlara daha önceden verdiği büyük liderlerin dönemlerinde görülenlere ve Tanrı’nın İsrail için yaptığı en büyük işlere benzer şekilde hayal ediyorlardı.
Davut’un Soyundan Gelecek Olan Mesih
Bunun en önemli ve en açık ifadesi Davut’un soyundan gelecek olan Mesih’te görülür. Şüphe yok ki bu Davut’a verilen vaatle ve Tanrı’nın Davut’un krallığını kutsamasıyla ilişkiliydi. Vaadin bir parçası Davut’un soyunun süreceğiydi;102 Tanrı onunla bir antlaşma yapmıştı ve tahtı boş kalmayacaktı,103 ama bununla birlikte Davut’un soyunun sonsuza dek sürmesi onu izleyenlerin sadakatine bağlıydı.104 Davut ile kıyaslandığında105 onun ardından gelen pek az kral için onunla aynı yoldan yürüdüğü ve onun egemenliğindeki bereketleri ve zaferleri tattığı söylenebilir. İnsanlar Davut’un düzeninin yeniden kurulması için özlemle bir başka Davut bekliyorlardı; ardından gelecek olan ikinci Davut hem onun soyunun hem de ulusun Kurtarıcısı olacaktı.106 Mesih’in kişiliği ve yapacağı iş hakkındaki peygamberlik sözleri arasında çeşitlilik olsa da Davut’un soyundan gelecek bu meshedilmiş kişi için söylenenler onu Davut’tan daha büyük bir figür olarak tasvir etmektedir. Örneğin Yeşaya 9:6-7’de ondan şöyle bahsedilir: “Yönetim onun omuzlarında olacak. Onun adı Harika Öğütçü, Güçlü Tanrı, Ebedi Baba, Esenlik Önderi olacak. Davut’un tahtı ve ülkesi üzerinde egemenlik sürecek. Egemenliğinin ve esenliğinin büyümesi son bulmayacak. Egemenliğini adaletle, doğrulukla kuracak ve sonsuza dek sürdürecek. Her Şeye Egemen RAB’bin gayreti bunu sağlayacak.” Ya da Mika’nın 5:2-5’teki sözlerine bakalım: “Ama sen, ey Beytlehem Efrata, Yahuda boyları arasında önemsiz olduğun halde, İsrail’i benim adıma yönetecek olan senden çıkacak. Onun kökeni öncesizliğe, zamanın başlangıcına dayanır… O gelince, halkını RAB’den aldığı güçle Tanrısı RAB’bin görkemli adına yönetecek. Halk güvenlik içinde yaşayacak. Çünkü bütün dünya onun büyüklüğünü kabul edecek. Halkına esenlik getirecek…” Yeşaya 11:1- 9’da hakkında “İşay’ın kütüğünden yeni bir filiz çıkacak, kökünden bir fidan meyve verecek” denilen kişinin egemenliği Davut’unkinden çok daha görkemli olacak şekilde tarif ediliyor. Yeşaya 55:3-4’de Davut’a sözü verilen kalıcı iyilikleri sağlayacak “ebedi antlaşma”nın gerçekleşmesi gelecek olan kralın sadece İsrail’e değil tüm “halklara tanık, önder ve komutan” olacağını bildiriyor. Gelecek olan bu özel Mesih’in umudu İsrail’in en büyük meshedilmiş kralının deneyimleri ve geleneklerine sıkıca bağlıdır, fakat bu Mesih hem Davut gibi olacak, hem de Davut’tan daha büyük olacaktır.
Yeni bir Melkisedek, yeni bir Musa, yeni bir İlyas
Mevcut ya da gelecek figürlerin geçmişteki kişilikler baz alınarak tarif edildiği başka örnekler de var; hatta bunlar orijinal bağlamlarında mesihle ilgili olmasa bile yorumlanırken mesih bağlamında yorumlanmıştır. 110. Mezmurun hangi tarihte yazıldığından bağımsız olarak kimin yeni Melkisedek olarak anılabileceği açıkça tarif edilmiştir; bu gelecek figür Yaratılış 14’teki Melkisedek gibi aynı anda hem kahin hem de kral görevi görecektir.107 Eğer bu mezmurun kahin-kralın egemenliğini, zaferlerini ve yargılarıyla ilgili çizdiği resim tarihsel bir İsrail kralının egemenliğinin idealize edilmiş bir haliyse, en azından gelecek olan Mesih’le daha uygun bir şekilde ilişkilendirilebilir. Benzer şekilde Yasa’nın Tekrarı 18:15-19 Tanrı’nın sözünü halkına ulaştıran bir başka Musa’dan bahseder: “Tanrınız RAB size aranızdan, kendi kardeşlerinizden benim gibi bir peygamber çıkaracak. Onu dinleyin… RAB bana… ‘Onlara kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım. Sözlerimi onun ağzından işiteceksiniz. Kendisine buyurduklarımın tümünü onlara bildirecek… (dedi.)” Sonraki ayetlerden açıkça anlaşıldığı üzere burada tipik bir İsrail peygamberi tasvir ediliyor. Ama daha sonra (Yeni Antlaşmada görüldüğü gibi108) bu ayetlere dayanan umudun Musa’dan daha büyük bir peygamber ve hatta bizzat Mesih için olduğu açık hale gelir. Ayrıca 19. ayetteki ciddi ifadeler bu ayetlerin şu şekilde yorumlanmasının önünü açar: “Adıma konuşanın sözlerini kim dinlemezse, onlar benim sözlerim olduğundan bunun hesabını soracağım.”109
Malaki 4:5’te Rab’bin büyük ve korkunç gününün umudu baz alınarak peygamber İlyas’ın gelişinin umudu vardır. 3. Bölümün ilk ayeti genelde bununla ilişkilendirilir: “İşte habercimi gönderiyorum. Önümde yolu hazırlayacak. Aradığınız Rab ansızın tapınağına gelecek…” Bu ister 9. yüzyıl peygamberinin yeniden dönüşü, ister yeni bir İlyas’ın gelişi düşünülerek söylenmiş olsun, tarihteki bir şeyin tekrar edeceği anlamı vardır. Sadece bu “Rab’bin günü”nün gelişinin görkemi dahilinde olacaktır.
Çadır Bayramı
İsrail’in bayramları son günlerle ilgili anlamlar taşıyordu. Çadır bayramı sadece toprak ve hasata şükretmek için kutlanan tarımsal bir bayram değildi. Çöl günlerinde çadırda yaşanılan zamanların ve Tanrı’nın ülkeye girmelerinden önce halka gösterdiği sağlayışın anılmasıydı. Yuhanna müjdesi muhtemelen daha sonraki Yahudi uygulamalarının eklendiği bayramların kutlamalarını ve onların Mesih’teki tamamlanışını yansıtıyor. Ama Eski Antlaşma günlerinde bile Çadır Bayramı içinde son günlerle ilişkili bir umut taşırdı. Zekeriya 14’te bu bayramın hasat olarak düşünülmesi, ulusların toplanması anlamıyla da ilişkilidir. Çünkü yeryüzündeki tüm uluslar ve aileler toplanıp Yeruşalim’e gidecekti. Bu bölümden açıkça anlaşıldığı söylenebilecek olsa da olmasa da, Mesih’in zamanından önceki Çadır Bayramı, gelecekte Tanrı’nın halkının arasında öncekinden daha görkemli bir çadırda yaşayacağı umuduyla ilişkiliydi. Yahudilerin ibadet sırasında okudukları Kutsal Kitap bölümleri bilindiği gibi Hristiyan döneminin öncesine aitti,110 ve Zekeriya 14 ile 1. Krallar 8. Bölümdeki Süleyman’ın tapınağın adanışındaki duası Çadır Bayramında birlikte okunurdu.111 Bunun önemli bir anlamı olduğundan şüphe yok. Rab’bin çölde halkıyla birlikte olan ve tapınakta bulunan varlığı, gelecekte uluslar bir araya geldiğinde onların arasında daha görkemli bir şekilde bulunacak varlığının bir resmi ya da ilk örneğidir.
Fısıh
Yeni Antlaşma çağının çok öncesinden beri Fısıh’ın kutlanmasıyla ilişkili bir gelecek umudunun da olduğundan emin olabiliriz. Yine bunun için Eski Antlaşma’nın kendisinde doğrudan bir kanıt bulmak zordur. Ancak müjdelerden öğreniyoruz ki yeni bir kefaret ya da kurtuluş umudu Mesih’in gelmesinden ve kurtarışını duyurmasından önce adanmış İsraillilerin yüreklerinde parlıyordu112 ve kurtuluş düşüncesi akıllarına Mısır’dan çıkışı getiriyor olmalıydı. Dingincilere göre beklenen kurtarış ruhsal bir kurtuluştu; ama partizanlara göre bu çoğunlukla siyasi bir umuttu. Ama iki grup için de bu umut en çok Fısıh zamanında canlanırdı. Sürgünden kurtulmanın halk için yeni bir Mısır’dan çıkış olmasını ele almıştık. Ayrıca peygamberlerin Mısır’dan çıkış ve çöl deneyimlerinin bazı yönlerini ruhsal bir kurtuluş umudunun yolunu hazırlayan olaylar şeklinde yorumlayarak “ruhsallaştırdıklarını” da fark etmeliyiz. Hoşea yeni tutsaklığın “Mısır”da olacağını, fakat bu Mısır’ın coğrafi “Mısır” olmadığını söylemiştir.113 Özellikle Hezekiel’de Mısır’ın ahlaki ve ruhsal ayartı ve tutsaklık anlamında kullanıldığını görüyoruz.114 Yeni tutsaklık Mısır’daki eski tutsaklıktan farklı olarak ulusun günahının sebep olduğu bir ıslah ve cezaydı. Bu yüzden önceden çölde Rab’be güvenmeyi öğrenmiş olmalarına rağmen insanların yaşadıkları deneyimlerle Rab bilgisini ve korkusunu yeniden öğrenmeleri gerekiyordu. İkinci Mısır’dan çıkış ilkinin bir tekrarıydı, ama ikincisi daha ruhsal bir kurtuluştu. Bu Fısıh’ın anlamını şekillendirmiştir. Fısıh böylece özellikle sürgün dönemi sonrası Yahudi dinsel yaşamındaki yeri sonsuz kurtuluşun, özellikle Ferisi geleneğinde öne çıkan tüm kötülüklerin tutsaklığından kurtuluşun umudunun tazelendiği bir bayram olmuştur. Dalma Fısıh hakkında şunları söyler: “Mısır’dan kurtuluşla ilgili hatırlanan her bir düşünce, insanları olmuş olan ile olmakta olanı kıyaslamaya yöneltmiştir. Olmakta olan ile ilgili mükemmel olmayan ve kölelikten kurtuluş kavramı ile tam olarak uyumlu olmayan her şey yeni bir kurtuluş umudu uyandırıyordu. Tanrı’nın Mısır’dan çıkıştaki yaptıklarına İsrail’in Tanrı’nın halkı olması özelliğinin dayanağı olarak görüldü ve inanıldı. Bu, insan günahı nedeniyle girilen yoldan vazgeçildiğinde ikinci bir Tanrısal kurtarışın gerçekleşeceğinin güvencesiydi.”115
Bu yüzden adanmış İsrailliler için bayramların sadece Tanrı’nın geçmişte yapacaklarını yeniden yapabileceği inancının temeli vardı; ama Tanrı’nın tarihi daha yeni bir şekilde şekillendireceği, Mesih çağıyla birlikte öncekinden farklı, yeni, daha büyük ve daha derin bir kurtuluşun geleceği umudu canlanmıştı. Bu umut, modeller (tipler) ile onların gerçekleşeceği önceden bildirilen daha sonraki tekrarları arasındaki ilişkinin arka planını oluşturuyordu.
Yeni Tapınak
Bunu İsrail’deki belli yapıları ve özellikle tapınağı göz önünde bulundurarak daha fazla detaylandırabiliriz. Eski Antlaşma günlerinde İsrail Tanrı’nın varlığının halkının arasında olduğunu düşündü; tapınak ve buluşma çadırı bu varlığın bulunduğu yer olarak düşünülüyordu. Krallık günlerinden önce antlaşma sandığı ve buluşma çadırı Tanrı’nın varlığının özel sembolleriydi; antlaşma çadırının kaybedilmesi Rab’bin yüceliğinin halkının arasından kaybolması olarak görülmüştü.116 Sonra tapınak inşa edildi ve bu Rab’bin İsrail’deki varlığının özel yeri olarak görüldü. Tanrı’nın yargısı ulusun üzerine indiğinde tapınak yıkıldı ve peygamber Hezekiel görümünde Rab’bin yüceliğinin şehirden ayrıldığını gördü.117 Sürgünden dönüş ikinci bir tapınağın inşasına eşlik eder. Eski tapınağı bilip yeni tapınağın daha az görkemli yapısını görenler için hayal kırıklığı oluşacaktı. Ama peygamber Hagay’ın bu insanların hayal kırıklığına olan cevabı, yeni tapınağın yıkılan eski tapınaktan daha görkemli olduğunu ifade ediyordu.118 Sonraki günlerde Tanrı tapınağına yerleşecekti. Rab geldiği gün tüm ulusları sarsacak, hazinelerini bu tapınağa getirmelerini sağlayacaktı. O zaman yapacağı bu iş halkı için geçmişte yaptığı diğer işlerden daha üstün olacağından, yeni tapınak da öncekinden daha görkemli olacaktı.
Hezekiel 40-48’de yeni tapınağın yıkılandan daha iyi olacağının daha farklı bir görümü kaydedilmiştir. Peygamberin görümündeki tapınak boyut olarak eskisinden daha büyük, yapısal olarak ise daha önemliydi. Ama yücelik bakımından önemli olan özelliği, Rab’bin varlığının bu tapınağa geri döneceği119 ve bunun sonucu olarak şehrin adının “Rab orada” olacağıydı.120 Bununla birlikte Rab’bin varlığı hiçbir şekilde tapınağın kapladığı alanla sınırlı olamayacağından, Eski Antlaşma’nın çeşitli yerlerinde onun tapınaktaki varlığının gelecekte tapınakta bilinen varlığından daha yüce bir şekilde bilineceği umudunu görürüz. Tanrı’nın varlığı insanlardan ayrıdır ve “cennet” onun kendi tapınağıdır;121 yani dünyasal hiçbir tapınak Tanrı’nın varlığını yeterli oranda ifade edemez ya da gösteremez. 1. Krallar 8:27’deki tapınağın adanma duasında şu sözleri görüyoruz: ““Tanrı gerçekten yeryüzünde yaşar mı? Sen göklere, göklerin göklerine bile sığmazsın. Benim yaptığım bu tapınak ne ki!” Peygamber Yeşaya bunu görümünde açıkça hissettiğinden Rab’bin sadece “eteğinin” ya da “giysisinin kuyruğunun” bir tapınağı doldurabileceğini, meleklerin onun için birbirlerine “yüceliği bütün dünyayı dolduruyor” diye seslendiklerini aktarmıştır.122 Ama belki de bunun Eski Antlaşma’daki en büyük ifadesi Yeşaya 66:1’deki şu sözlerdir: “RAB diyor ki, ‘Gökler tahtım, yeryüzü ayaklarımın taburesidir. Nerede benim için yapacağınız ev, neresi dinleneceğim yer?” Tanrı’nın aşkın büyüklüğü bağlamında, kutsal ve her şeye gücü yeten Tanrı’nın insanlar arasındaki varlığının bu tapınağın ifade edebileceğinden çok daha büyük ve muhteşem olduğunun anlayışı gelişmişti.
Bir başka açıdan, bazı Eski Antlaşma peygamberleri Tanrı’nın halkın arasındaki varlığının bir yer ya da bir binadaki varlığı olarak düşünülemeyeceği, çünkü bunun aslında insanların yüreklerindeki varlığı olduğu umudunu ifade etmiştir. Peygamberler Rab’bin yeni bir yolla ruhunu halkına vereceği, onların içinde yaşayacağı, böylece yeni bir yaşam ve esin sağlayacağı günü özlemle bekliyorlardı.123 Yasa yüreklere yazılacağı124 ya da Tanrı’nın tapınağı insanlar arasında daha farklı bir yolla bulunacağı için125, Rab’be kulluk etmek ve onun isteğini yerine getirmek için yeni bir arzunun doğacağı yeni bir antlaşma döneminden bahsediyorlardı. Ancak Tanrı’nın ruhunun insanlarda yaşaması ve varlığının insanlar arasında bulunması anlayışının birleşerek tamamlanması ve gerçekleşmesi gerekliydi. Bu iki anlayışta da geçmişte olanlar baz alınarak ifade edilen bir gelecek umudu vardı, ama bu daha görkemli bir şekilde deneyim edilecekti.
Yeni Antlaşma
Bu son işaret edilen nokta bizi yeni antlaşma düşüncesine götürür. İsrail’in tüm yapılarının ve Tanrı’nın İsrail ile olan tüm ilişkisinin temelinin antlaşma olduğuna değinmiştik. Atalarıyla ve tüm İsrail kuşağıyla yapılmış bir eski antlaşma vardı; bu antlaşmanın Tanrı’yı bağlayan kısmıyla ve Tanrı’nın vaatleriyle ilgili hiçbir kusur yoktu. Ama İsrail devamlı bu antlaşmanın kendilerini bağlayan yükümlülüklerini yerine getirmekte başarısız oluyordu. Zaman zaman antlaşmayı yenilemeleri ve onlara vaatler veren Tanrı’ya yeniden sözler vermeleri isteniyordu.126 Peygamber Yeremya bu antlaşmanın Yoşiya zamanında yenilendiğini fark etmişti, ama kendisi antlaşma yükümlülüklerinin yerine getirilmediği ve insanların onu yürekten bir şekilde yaşamadıklarını bir zamandaydı.127 Antlaşmanın insanları bağlayan tarafı taş tabletlere yazılı yasadan ibaret değildi. ““Ama o günlerden sonra İsrail halkıyla yapacağım antlaşma şudur” diyor RAB, ‘Yasamı içlerine yerleştirecek, yüreklerine yazacağım… Günahlarını artık anmayacağım.”128 Böylece Eski Antlaşma’daki antlaşma anlayışı sonra Yeni Antlaşma’da gerçekleşecek olanın zeminini oluşturur: yeni antlaşma eskisi ile şekillenmiş ve onun tarafından önceden bildirilmiştir, ama ondan üstün olacaktır.
Yeni Yaratılış ve Yeni Halk
Yeremya’nın sözlerinin ifade ettiği şey sadece yeni bir antlaşma olacağı değil, Tanrı’ya yürekten itaat eden yeni insanların olacağıydı. İnsanın günahının ve kendisinin doğasını en derin bir şekilde anlamaya yönlendirilen Eski Antlaşma peygamberleri ve mezmur yazarları Tanrı’nın amacının sadece yeni insanda, yani yeni yaratılışta gerçekleşebileceği, çünkü ancak o zaman Tanrı halkının ona bağımlı bir şekilde yaşayacakları ve Tanrı’nın onlar için planladığı zafer, esenlik ve itaati deneyim edebileceklerini görmüşlerdi. Burada bir kez daha Tanrı’nın işlerinin tekrarlanması konusu karşımıza çıkıyor. Tanrı’ya her şeyin Rab’bi olarak iman edenler için geçmişteki en büyük Tanrısal iş yaratılış işiydi. Tanrı her şeyin başlangıcındaydı ve her şeyin yaratıcısıydı. Tanrı’nın insanın tüm sınırlılıklarının, yanlışlarının ve günahlarının üstesinden geleceği iş ise yeni bir yaratılış bağlamında tarif ediliyordu. Rab’bin peygamber aracılığıyla söylediği söz şuydu: “Çünkü bakın, yeni bir yeryüzü, yeni bir gök yaratmak üzereyim; geçmiştekiler anılmayacak, akla bile gelmeyecek.”129 Bir Mesih karakteri göndermesi içermesinden ya da içermemesinden bağımsız olarak Mesih çağı, cennetteki koşulların tekrar sağlanması olarak tarif edilebilir.130
Temaları biraz farklı olsa da bunu Tanrı halkının yenilenmesi, canlanması, yeniden yaratılması ile de ilişkilendirebiliriz. Hezekiel’de “şöyle diyecekler: viran olan bu ülke Aden bahçesi gibi oldu”131 ifadesinin geçtiği yerde aynı bağlamda şu da söylenmiştir: “Size yeni bir yürek verecek, içinize yeni bir ruh koyacağım. İçinizdeki taştan yüreği çıkaracak, size etten bir yürek vereceğim.”132 İnsanın yenileneceği gibi, ulus da yenilenecekti. Aynı peygamber gününün İsrail halkına baktığında onların kurumuş kemikler gibi olduklarını gördüğü gibi, Rab’bin ruhunun gelip bu kemiklere yeni bir yaşam vereceğini de görmesi sağlanmıştı. İnsanlar şöyle diyordu: ‘Kemiklerimiz kurudu, umudumuz yok oldu, bittik’. Ancak Rab buna şöyle karşılık veriyordu: “‘Egemen RAB şöyle diyor: Ey halkım, mezarlarınızı açıp sizi oradan çıkaracak, İsrail ülkesine geri getireceğim… Ruhumu içinize koyacağım, canlanacaksınız. Sizi kendi ülkenize yerleştireceğim. O zaman, bunu söyleyenin ve yapanın ben RAB olduğumu anlayacaksınız.”133
Yeşaya 40-55’teki Rab’bin Kulu ayetlerinin bazılarında, yeni Mısır’dan çıkış ile kurtarılan insanlar olduğunu ve bu insanların Rab’bin Yahudi olmayanlar arasında daha önceden hiç görülmemiş bir şekilde amacını gerçekleştirmesi için kulları yapılacağını en açık şekilde anlayabiliyoruz. Önceki kurtarış işinin tekrarı ve halkın yeniden yaratılması bu noktada çok yakın bir şekilde bir araya getiriliyor. Peygamber bir ulus olarak İsrail’den bahsetmeyi bırakıp geçmişinde İsrail için hiç kullanılmamış bir yolla Rab’bin Kulundan bahsediyor. Ama Tanrı’nın kulu için olan amacı Tanrı’nın halkı için geçmişte yürüttüğü amacına dayanıyor.134 Böylece tipolojinin daha önce bahsettiğimiz iki temel unsuruyla tekrar karşılaşıyoruz. Yeşaya 53’te Rab’bin Kulunun yapacağı iş ile ilgili muhteşem ifadelerin kalbinde onun hayatının günah için bir sunu ve kurbanın ise eski ‘günah sunusu’nun tüm anlamını taşıyan bir kurban olacağı, ama kurbanın artık bir hayvan değil, Rab’bin doğru kulu olacağı yer alır; bu daha önceden bilinen tüm kurbanlardan daha üstündür.
Böylece Eski Antlaşmada tipolojinin iki yönlü temelini buluyoruz. Tarihin değişmeyen Tanrısının Rab’bin işlerinin tekrarlı olduğu anlayışına götürdüğünü anlıyoruz. Ayrıca Eski Antlaşma’nın kendisi Tanrı’nın işlerinin geçmiştekilerden daha görkemli bir şekilde tekrar tekrar edeceğini işaret ediyor. Eski Antlaşma tamamlanmamış bir kitaptır; bir doruk noktasına doğru gelişmekte olan vahiysel bir açıklamadır. “Rab’bin günü” ile ilgili devamlı olarak dile getirilen bir tahmin, bir tamamlanma, Mesih kişisinde ya da Mesih çağında Tanrı’nın gücünün ve görkeminin eşsiz bir şekilde açıklanacağı ile ilgilidir. Tanrı o zaman merhametini ve yargısını daha önceden hiç olmadığı kadar tam bir şekilde açıklayacaktır. Bu umut geçmişte olanlara dayanarak ifade edilir fakat geçmişte görülen her şeyden üstündür. Yeni bir Davut olacak fakat bu Davut’tan daha yüce olacak; yeni bir Musa olacak ama bu Musa’dan daha yüce olacak, yeni bir İlyas ya da Melkisedek olacak ama bunlar eski antlaşma kayıtlarındakilerden daha büyük olacak. Tanrı çok daha büyük ve muhteşem bir şekilde halkının arasına yerleşecek ve varlığı yeni tapınakta yaşayacak. Yeni bir yaratılış, yeni, kurtulmuş, canlanmış bir İsrail, yani Rablerini sevip ona itaat etmeleri için onlara verilen yeni bir yürek ve yeni bir ruh ile birlikte yeni bir halk olacaktır.
Görmüş olduğumuz gibi Eski Antlaşma peygamberliği çoğunlukla Eski Antlaşma tarihinde gerçekleşmiş olayların ifadelerine ve kayıtlarına dayanır. Değişmez Tanrı kanısı Tanrı’nın gelecekte de geçmişte davrandığı gibi davranacağına olan güvenin temelidir. Bir Mesih çağının geleceğiyle ilgili umut, ilk örnekler (tipler) ile onların gerçekleşeceği önceden bildirilen tekrarları arasındaki ilişkiyi ortaya koyar; ikincisi ilkinden daha büyük ve mükemmel olacaktır. Bunun için sadece tüm Eski Antlaşma peygamberliklerini gerçekleştirecek olanın gelişi gereklidir; onda Eski Antlaşma’daki tüm umut temaları birleşecek ve gerçekleşecektir. O Eski Antlaşma tarihinin sunduğu tüm ilk örneklerin tamamlayıcısı ve gerçekleştiricisi olacaktır. Eski Antlaşma’nın bütünlüğü Tanrı’nın açıklanmış değişmez doğasına dayanır. Eski ve Yeni Antlaşmaların birlikte sağladığı bütünlük ise tarihin teolojik açıdan yorumlanması yoluyla anladığımız bu tipolojiyi doğrular. Yeni Antlaşmanın üstünlüğü, Eski antlaşmadaki ilk örneklerin önceden bildirildiği gibi Mesih’te tamamlanması ve gerçekleşmesinden kaynaklanır.
Tarihin Mesih-merkezli Yorumu olarak Tipoloji
Aslına bakılırsa tipolojik yorum, Eski Antlaşma’nın mesih ile ilgili kısıtlı bir bakış açısıyla yapılmış tahminlerinin yer aldığı kısımlarla ilgilenmez. Tipoloji tarihin yorumlanmasıdır. Tahminlerde bulunan peygamberlikler, esasen ve sıklıkla özel tarihsel bir durumların Tanrı’nın açıklanan karakterinin ışığında yorumlanmasına dayanır; ama sadece tarihin yazılmasının kendisi, Tanrı’nın tarihte yaptıklarının anlaşılması bağlamında zaten “peygamberlik”tir. Gördüğümüz gibi Eski Antlaşma tarihi, Tanrı’nın adaletinin ve yargısının görüldüğü işlerinin bir kaydıdır; yani amacı ve hedefi olan bir tarihsel kayıttır. Bariz olarak görülebilecek şekilde tamamlanmamış olması, Tanrı’nın insanlara kendisini açıklayışının doruk noktasına ulaşacağı gelecek bir zamanı işaret etmektedir. Bu bakımdan Yeni Antlaşma Eskisini yorumlar. Sadece tahminlerini değil, aynı zamanda tarihini de yorumlar; ki bu yorumun kendisi zaten bir Tanrısal açıklayıştır,
çünkü Tanrı geçmişteki eylemlerini Beden Almış Söz olarak kendisi açıklar. Geleceği önceden bildiren (ve kısmen bildirdiği gerçeği de açık olan) kısmi açıklama sadece onda tam olarak anlaşılabilir. İlk Hristiyanların Eski Antlaşma’yı kullanma biçimlerinden bahsetmişken; Profesör Tasker şöyle der: “Tarihte kayıt altına alınmış bu olaylar, özellikle İbrahim’in çağırılması, Mısır’dan kurtuluş, Sina’da yasanın verilmesi, yarı yolda bırakan birçok kişi olmasına ve paganlığa verilen birçok ödüne rağmen Kutsal Ülke’de gerçek Tanrı’ya tapılmaya başlanmasının zaferi İsa’nın yaşamı, ölümü ve yeniden dirilişiyle gerçekleşen son büyük kurtuluşun habercileri olmuşlardır. Bu tamamlayıcı işlerden ayrı olarak düşünüldüğünde önceki olaylar açıklanmadan kalır ve bir anlam taşımaz.”135
Buna iki açıdan bakabiliriz. İlk olarak tarihin kendisinin peygambersel olması açısından bakabiliriz. Eğer sub specie aeternitatis (evrensel) olarak bakılırsa bütün tarih bize tarihin Tanrısının geçmişte uyguladığı ve gelecekte de uygulamaya devam edeceği egemenlik ilkelerini öğretir. Dahası Eski Antlaşmadaki tarih kayıtları tamamlanmamış olduğu görülen bir Tanrısal açıklayışı tarif ettiği için de peygamberseldir. Tanrısal yargı, merhamet ve amaç tarihte açığa vurulmuştur ama yine tarihte tamamlanacak ya da tam olarak açığa vurulacaktır. Alternatif olarak, buna bir de Tanrı’nın dünyayı hazırladığı, Sözün kendisinin beden almasına hazırlık olarak kısmi açıklayışlar sunduğu, insanlara onlarla ilgili hükümleri nasıl verdiğini öğrettiği, Oğlunu dünyanın tüm insanları yargılayacak Kurtarıcısı olarak göndereceği zamana yönelik çalıştığı görüşü açısından bakabiliriz.
Eski Antlaşma’yı tipolojik olarak her iki bakış açısına göre de yorumlayabiliriz ve elbette temelde ikisi de aynıdır. Tanrısal açıklayış tarih boyunca gelişmiştir ve iman gözüyle bakılınca tarih de bir Tanrısal açıklayıştır.
Tipoloji ve Alegori
Bu yüzden Eski Antlaşmanın tipolojik yorumu alegori olarak görülüp reddedilmemelidir. Çünkü bu temelinde Eski Antlaşma tarihinin teolojik yorumudur. Tanrı’nın tarih boyunca yaptıklarının yorumlanmasıdır ki Eski Antlaşmanın kendisi de bu Tanrısal işleri göstermeyi amaçlar; ama tipoloji bunu bütün tarihin anlamını tamamlayan İsa Mesih’in ışığında yapar.136 Tanrı’nın Eski Antlaşmada tarihi boyunca yaptığı tüm işleri, Mesih’teki eşsiz işinin ve açıklayışının habercisidir. Bir ilk örneğin bir olay, bir koşullar dizisi, veya bir bireyin ya da ulusun hayatının belli bir özelliği olabileceğini söyleyebiliriz. Eski Antlaşma boyunca gösterilen bu ilk örnekler Rabbimizin beden almış yaşamında, insanların ihtiyaçlarını karşılayışında, yargılarında ve gelecek egemenliğinde öncekilere paralel fakat onlardan daha derin bir şekilde gerçekleşir.137 Bu yüzden ilk örnekler (tipler), Tanrı’nın insanlarla ilgili yaptıklarının bir kalıbını sunar ve bunlar uyarınca gerçekleşecek bazı şeyleri önceden bildirir. İsa Mesih’in gelmesi ve egemenliğini kurmasıyla birlikte Tanrı’nın bu yaptıkları tekrarlanır fakat öncesinde görülmediği kadar tam ve nihai olarak gerçekleşir. Tipoloji “İki antlaşmada da aynı kurtuluşu açıklayan aynı Tanrı olduğu” gerçeğine dayanır. “İki antlaşma da tarihteki belli Tanrısal işleri kayıt altına alır. Bu işler gerçekleşmeleri ve aktarılmaları yönünden farklıdır, ama tek bir temel amaçları vardır: Tanrı’nın ‘Ben onların Tanrısıyım. Onlar benim halkımdır’ diyebileceği bir halk yaratmak… İki antlaşmada da aynı kurtuluş teklif edilir: günahların bağışlanması aracılığıyla Tanrı’yla yaşama kurtuluşu.”138 Eski Antlaşmadaki ilk örnekler ve onların Yeni Antlaşmada gerçekleşen tekrarları arasında ilke ve amaç bakımından bir bütünlük vardır. Aralarındaki fark ise ilk örneklerin tamamlanmamış ve hazırlık niteliği taşıyan doğalarına karşın Yeni Antlaşma tekrarlarının tamamlanmış ve nihai nitelikte olmalarıdır.
Genel itibariyle alegori bundan farklı bir şeyi ifade eder ve bir yorumlama yöntemi olarak onu tipolojiden farklı bir biçimde tanımlamak en iyisidir. Bu yorumlama yöntemine alegorik yorumlama diyebiliriz; ve bu yöntem tarihin yorumlanmasıyla değil esinli semboller olduklarına inanılan sözcüklerin yorumlanmasıyla ilgilidir. Alegori Tanrı’nın insanlarla ilgili bulunduğu ayetlerde açıklanan eylemlerinin ilkelerini ve bağlamını tamamen görmezden gelir. Alegori olayların ya da Tanrısal eylemlerin ilkelerinin yorumlanmasından ziyade yorumbilim139 veya dilbilim ile ilgilidir.140 Alegori söz konusu Kutsal Kitap paragrafının ya da anlatısının sözcüklerinin içerisinde sembolik esinler bulunduğu kanısına dayanır; ama bunun tehlikesi bağlamı anlamaya gerek duymadan ilerlemesi, bu yüzden de yorumcunun kendi arzusu ve hayal dünyası tarafından kolayca yönlendirilmeye müsait oluşudur. Kutsal Yazılarda bir sembolü takip etmenin tehlikesi, erken dönem kilise babalarının Eski Antlaşma’da “su” sözcüğünün geçtiği her yerde vaftizden bahsedildiğini,141 “odun” ya da “ağaç” geçtiği her yerde de çarmıha gönderme yapıldığını142 düşünmelerinde en açık haliyle görülür. Böyle yorumların sonuçları bir paragrafın kendi bağlamındaki gerçek teolojik anlamıyla çelişebilir. Tanımladığımız haliyle tipolojik yorum böyle bir şey değildir. Tipoloji her zaman bağlama, yani bağlamın doğal ve tarihsel içeriğine bağlı kalır.
Bu yüzden tipolojinin yukarıdaki gibi bir alegori olarak görülüp reddedilmemesi gerekir. Elçi Pavlus (Yeni Antlaşma’da kullanıldığı haliyle) sözcüğünü genelde alegorik olarak anladığımız anlamdan farklı bir anlamda kullanmıştır. İbrahim’in köle kadından ve özgür kadından olan iki oğlu için143 demiş, böylelikle gerçek anlamdan farklı bir anlam kullanmış ya da yorumlamış, fakat bunu yaparken gerçek anlamının gerçekliğini reddetmemiş (Grekçe alegorilerde sıklıkla yapıldığının aksine) ve bağlamın ilkelerini görmezden gelmemiştir. Elçi Pavlus Hacer ve Sara’nın çocukları arasındaki farklılıkların arkasında yer alan ilkeleri alıp onları bir başka bağlama ( ) uygulamış, böylece müjdenin vaat çocukları ile vaadi almayıp tutsak kalanları kast etmiştir. Bu tamamen uygun düşecek şekilde tipolojik yorum olarak sınıflandırılabilir, çünkü öykülerdeki teolojik ilkeler olduğu gibi alınıp onlarla Mesih’te yeni, daha derin bir anlam ifade edilmiştir.144
Tanımladığımız şekildeki bir alegorik yorumu Yeni Antlaşma’da pek az görürüz. Yeni Antlaşma’da hiç bulunmadığını söyleyemeyiz, ama esasında tipolojik olanın biraz daha detaylandırılmış bir hali haricinde kendi başına varlığından söz etmek zordur. Bir başka ifadeyle, önce Eski Antlaşma öyküsündeki teolojik ilkeler yorumlanır, sonra sözcüklerdeki sembolizme dayalı olarak bir detaylandırma yapılır. Muhtemelen İbraniler 7’deki Melkisedek yorumu böyledir. Bu yorumun temelinde açıkça Eski Antlaşma sayfalarında geçen kahin ve kral Melkisedek kişisidir ve onun bu işlevlerinin birleşimi Mesih’te mükemmel bir şekilde sağlanır. Bu da Melkisedek’i bir ilk örnek (tip) yapar. Ancak ondan ‘Şalem kralı’ olarak bahsedilmesinden dolayı bu eski Antlaşma karakterinin yaptığı işin ve görevinin yorumlanmasından ziyade kullanılan sözcüklerin ve sembolizmin yorumlanmasından faydalanabiliriz. Bu yüzden İbraniler mektubunun yazarı ondan ‘Babasızdır, annesizdir, soyağacı yoktur. Ne günlerinin başlangıcı, ne yaşamının sonu vardır. Tanrı’nın Oğlu gibi sonsuza dek kâhin kalacaktır’ şeklinde bahsettiğinde,145 anlaşılan o ki bunu yapmasının sebebi, Rab’bin Ruhunun esini sayesinde Melkisedek hakkındaki bu gerçeklerin kutsal anlatıdan çıkartıldığına, çünkü Tanrı’nın Oğlu olarak Kahin-Kral Mesih’in resminin daha mükemmel olarak oluşturulmasının istendiğine inanmaktadır.146 Bu bağlamın ilkelerinden ziyade sözcüklere, aslında bu durumda sözcüklerin yokluğuna bağlı bir yorumdur; ama yorumlamanın tipoloji ile başladığı fark edilmelidir. Eski Antlaşma kullanımlarının Yeni Antlaşma’da bununla aynı şekilde kullandığı bir iki yer daha vardır, ama onları burada detaylı olarak ele almamız mümkün değil. Önemli olan şu ki, Eski Antlaşma Yeni Antlaşma’da sıklıkla kendi tarihinin, Tanrı’nın amacı doğrultusundaki yasaların ve ilkelerin bazında yorumlanmıştır; kilise babalarının sık sık yaptığı gibi sözcüklerinde sembolik anlamlar bulunarak değil.
Bu sözcüklerin hiçbir öneminin olmaması demek ya da Kutsal Ruh’un tarih yazarlarını yönlendiren ve esin veren işlerini reddetmek değildir. Eski Antlaşma’nın açıklanması sadece olaylara bağlı olarak değil, olayların peygambersel yorumlarına dayalı olarak yapılır. Önemli olan sadece Tanrı’nın yaptığı işler değil, eğer onların anlamlarını bilmek istiyorsak, aynı zamanda bu işlerin kayıtlarıdır. Yani tarih açıkça gösteriyor ki ‘eski peygamberler’ Tanrı’nın tarihin kayıt altına alınması için de kendilerine peygambersel kavrayış ve anlayış verdiği kişilerdir. Mesela Elçi Pavlus Eski Antlaşma’dan söz ederken şöyle der: “Önceden ne yazıldıysa, bize öğretmek için… yazıldı.”147 Ama yine de tipolojiyi, ele aldığı Kutsal Kitap metninde açıklanan Tanrısal işlerle hiç ilgilenmeyen alegorilerden ayırmak gerekir. Bir sözcüğü ruhsal bir gerçeği ifade eden bir sembol olarak yorumlayıp onu içinde yer aldığı bağlamdan bağımsız olarak düşünmek, bir yorumlama yöntemi olarak her zaman tehlikelidir.
Tipolojik Yorumlama ve Yalın Anlam
Tipolojik yorumlamanın bir metinden onun haricindeki bir anlamı çıkarmak olduğunu söylemek bir bakıma doğrudur. Çünkü bir paragraftaki yalın anlamdan fazlası söz konusudur. Yeni Antlaşma bunu Mesih’i Eski Antlaşma’nın bütününün teması ve tamamlanışı olarak sunduğu her yerde yapar ve bunu yaparken sadece Mesih ile ilgili peygamberliklerle sınırlı kalmaz. İlk örneklerin geleceğini haber verdiği tekrarları görür ve ilk örnekleri buna uygun olarak yorumlar. Eski Antlaşma’yı “birçok kez çeşitli yollardan”148 anlatılan ve tamamı sadece Beden Almış Söz’de açıklanan ve böylece bir araya getirilen geçmişe ait parça parça açıklamalar olarak görür. Tipolojik yorum, Eski Antlaşma’da kısmi ve parça parça açıklanan vahyin Mesih’i işaret ettiğini gösterir. İlk örnekleri Yeni Antlaşma’daki karşılıklarıyla ilişkilendirerek yorumlar ve onların anlamlarının sadece Mesih ile ilişkilendirildiğinde ve Mesih’in açıkladığı bilginin ışığında anlaşılabileceğini gösterir.149 Tipoloji Kutsal Yazıları halihazırda içinde yer almayan, fakat tarih boyunca süren tamamlanışının ışığında görülebilecek anlamlarla okur. Bu yorumbilim değildir; Kutsal Yazılardan bir paragrafı alıp insan yazarın hangi anlayışla ve niyetle onu yazdığını keşfetmeye çalışmaz. Bağlama yeni bir ilkenin ışığında da bakmaz; Tanrı’nın insanlarla ilgili yaptıklarını gerçek anlamlarıyla yorumlar ve sonra bunu Tanrı’nın Mesih’te insanlarla ilgili yaptığı şeylere bağlar. Bazen Eski Antlaşma’da Tanrı’nın geçmişteki eylemlerinin gelecekte yapacağı benzer fakat çok daha görkemli işleri işaret ettiğinin bilincine rastlanır, fakat bir yazarın her zaman bilinçli olarak bir ilk örneği ya da Mesih’i işaret eden bir modeli ifade ettiği söylenemez. Bu yüzden Eski Antlaşma’yı okuyup, Origen’in söyleyebileceği gibi Eski Antlaşma yazarlarının bilinçli bir şekilde Mesih’ten bahsettiklerini söyleyemeyiz. Aynı şekilde ikinci yüzyıl ortalarındaki kilise babalarının yapma tehlikesine düştüğü gibi, Eski Antlaşma’yı Yeni Antlaşma seviyesine çıkartacak şekilde okuyamayız. Bunun yerine Eski Antlaşma’nın tamamlanmamışlığını bilerek, ve ilk örnek ile gelecekte onu tekrar edecek karşılığı arasındaki ilişkiyi fark ederek okuruz. O zaman Eski Antlaşma’yı Mesih’te sahip olduğumuz kavrayışın ışığında, Mesih’te tamamıyla açıklanacak olanın kısmi olanı ve habercisi olarak görmek doğru olur.150
Bu yüzden tipolojik yorumun, Eski Antlaşma’yı sadece üzeri örtük esinli yazılar olarak görüp İsrail’in yaşayan imanını, peygamberlerin deneyimlerini ve eski zamanlarda yaşayanların Tanrı’nın onlara verdiği Tanrısal bilgiyi almaya yönlendirilişini dikkate almayan sabit bir yöntem olduğunu söylemek doğru olmaz. Alegori sözcükleri semboller olarak gördüğünde ve bağlamı dikkate almadığında her zaman tehlikeye düşer. Doğru tipoloji ise İsrail’in yaşayan imanını, büyüyen anlayışını ve Tanrı’nın peygambersel deneyimlerini inceleyerek Tanrı’nın bilgisini ve peygamberlere insanlara öğretmeleri için verdiği çalışma yollarıyla ilgili kavrayışı daha derin bir şekilde anlayabilmeyi amaçlar. İsraillilerin etraflarındaki putperest gruplarla olan savaşları, inançlarına çekilmeleri, bir ulus olarak deneyim ettikleri denenmeler, başarısızlıklar ve zaferleriyle dolu İsrail tarihini mercek altına alır. Eski Antlaşma tarihçilerini izleyerek bütün bu olaylarda Tanrı’nın elini ve adaleti ile merhametini açıklayışını görür. Eski Antlaşma’yı gelişmekte olan ve tamamlanmamış bir vahiy olarak görür. Ama Tanrı Mesih’te eşsiz bir biçimde ve tamamen açıkladığını o zaman kısmi olarak açıklamakta olduğu için, kayıt altına alınan bu tarihte Mesih’in habercilerini de görür.
Doğrusu biz Hristiyanların Eski Antlaşma’yı bu şekilde okuması gerekir: Yeni Antlaşma’da Eskisinin yorumlandığı ilk örnekleri takip ederek, ve bizzat Rabbimizin Eski Antlaşma’yı yarattığının her durumda bilincinde olarak. Kutsal Kitap’ın bu kısmına sadece Yahudi dininin tarihini, örnek ahlaki öyküleri, Mesih ile ilgili peygamberlikleri ya da antik çağdaki diğer ulusların dini inançları ve anlayışlarının karşısında İsrail’in ne kadar harika bir imanının olduğunu görmek için bakmamalıyız. Hatta İsrail çoğu zaman inançsızlık gösterdi. En çok da insanın Tanrı’yı aradığından ziyade, Tanrı’nın kendisini insana göstermek istediğini fark etmeliyiz. Eski Antlaşma’ya Tanrı’nın lütfu sayesinde kendisini İsrail tarih boyunca açıkladığını ve böylelikle Oğlunu, Beden Almış Söz’ü ve dünyanın Kurtarıcısını göndermek için hazırlık yaptığını görmek için bakmalıyız.
Eğer tipolojiyi bu şekilde anlarsak Yeni Antlaşma’nın sunduğu belli bazı tipolojik yorumları izlemekle sınırlı kalmamız gerekmediğini anlarız. Çünkü elimizde arka planı bizzat Eski Antlaşma’ya ait bir yorumlama yöntemi var. Bu tarihin yorumlanmasıyla ilgili bir yöntemdir. Temeli Eski Antlaşma’daki Tanrı’nın doğasının, antlaşmasının ve insanlarla olan ilişkisinde uyguladığı ilkelerinin değişmez olduğu anlayışına dayanır; ama Tanrı’nın bu değişmez doğası bizim için şu ifadede daha net olarak dile getirilmiştir: “İsa Mesih dün, bugün ve sonsuza dek aynıdır.”151 Aynı temel ayrıca Eski Antlaşma’daki Tanrı’nın geçmişteki işlerinin gelecekte daha görkemli bir şekilde tekrar edeceği umuduna da dayanır; ama bizim için (hala en nihai açıklanışını ve tüm tarihin Mesih’te bir araya getirilmesini bekliyor olsak da) bu daha görkemli açıklanış halihazırda gerçekleşmiştir. Bu yüzden Eski Antlaşma’yı tipolojik olarak çalışıyoruz, çünkü onu tarihin teolojik bir anlayışına sahip olmak için çalışıyoruz. Bu teolojik anlayış Mesih merkezli bir anlayıştır, çünkü İsrail’in de, geçmişteki ve şimdiki herhangi bir başka ulus ya da kişinin de tarihi sadece Mesih’te anlamını bulur.
KAYNAKÇA:
1 Bu dersin verildiği zaman ile yayın tarihi arasında Profesör G. W. H. Lampe ve Sn. K. J. Woollcombe tarafından Essays On Typology, 1957’de tipolojik yorumun geçerliliği hakkında önemli bir değerlendirme yapıldı.
2 Eski Antlaşma’nın tipolojik çalışmasına en büyük önemi verenler için bile hala tipoloji ile alegoriyi birbirine karıştırma tehlikesi vardır. Bkz. P. K. Jewett, “Concerning the Allegorical Interpretation of Scripture”, Westminster Theological Journal (Philadelphia), cilt. 17, 1954, s. 1-20.
3 Bkz. Say. 23:19; 1Sa. 15:29; Mal. 3:6.
4 Bkz. Say. 35:34; Yas. 11:12.
5 Bkz. Yşu. 1:5; 1Kr. 11:38; 2Kr. 2:14.
6 Bkz. Çık. 20:6; Yas. 7:9; Mik. 7:20.
7 Bkz. Mez. 90:1-4; Mez. 102:12, 26-27.
8 Bkz. Yşa. 44:6.
9 Bkz. Yar. 26:24, 28:13.
10 Bkz. Çık. 3:6, 16; 1Kr. 18:36; 1Ta. 29:18; 2Ta. 30:6. Ayrıca karş. Yakup’un Tanrısı (Mez. 46:7) ya da Beytel’in Tanrısı (Yar. 31:13) referansları.
11 Bkz. Yşa. 29:22 ve 51:2.
12 Yar. 35:12, 1:24; Çık. 6:8, 32:13, 33:1; Yas. 1:8, 6:10.
13 Yar. 12:2-3.
14 Yar. 12:7.
15 Yar. 22:17-18.
16 Bkz. Çık. 29:46; Lev. 11:45 19:36, 22:33, 25:38; Say. 15:41; Dan. 9:15; Amo. 2:10, 3:1.
Mısır’dan çıkışı başka ilahlara atfetmek düşülebilecek en büyük yanılgıydı. Bkz. Çık. 32:4; 1Kr. 12:28.
17 Bkz. 2Sa. 7:1.
18 Bkz. 2Sa. 7:13; 1Kr. 11:12, 34; 2Ta. 21:7; Yşa. 37:35; Yer. 33:17, 20-21.
19 Yas. 7:18-19, 20:1.
20 Bkz. Yas. 2:7, 8:2, 15-16, 29:3, 32:8.
21 Bkz. Mez. 78:52, 114:8; Yşa. 4:6.
22 Bkz. Yas. 3:2-3, 21, 31:4.
23 Bkz. Mez. 83:9, 11.
24 Bkz. Mez. 78, 80, 114, 136, 145, 146.
25 Bkz. 1Sa. 17:35.
26 Bkz. Yşa. 28:2.
27 Yas. 29:33; Amo. 4:11.
28 Yşa. 13:19; Yer. 1:40.
29 Yşa. 1:9; Yer. 23:14; Hez. 16:46.
30 Bkz. Yas. 7:15; 28:27, 60; ayrıca Amo. 4:10’da bu yargının tekrarlandığı ifade edilmiştir. 31 Lev. 18:28; Yas. 8:19-20; karş. 2Kr. 21:2, 9, 12 ve 1Ta. 5:25-26’da İsraillilerin yaptıkları iğrençliklerin onlardan önce Kenan ülkesinde yaşayanların yaptıkları gibi olduğu, bu yüzden de onlar gibi Tanrı’nın yargısına tabi oldukları ifade edilir.
32 Yas. 4:3-4.
33 Yer. 7:12, 26:6, 9.
34 2Kr. 9:9
35 Gelecekteki yargının geçmişteki belli yargılar gibi olacağına dair benzer bir uyarı için bkz. Yşa. 10:26, ve karş. 1Sa. 6:6.
36 Bkz. 2Kr. 17:4; 2Ta. 16:7; Yşa. 30:1, 31:1; Yer. 2:18, 36; Hoş. 5:13, 7.11.
37 Bkz. 1Kr. 11:32-33; Amo. 5:26-27.
38 Sadakatsizlik ve yargı motifi ile ilgili şu kurala bkz. 1Kr. 14:21, 15:3, 26, 16:18-19 vb.
39 Rom. 11:29.
40 Bkz. Hak. 2:11-23, 3:7-11, 12-30; 4, 5, 6, 7, 8:33; 9, 10:6, 12:7, 13, 16. Ayrıca karş. 1Sa. 7:2-3, 12:2; 2Kr. 13:2; 2Ta. 12, 15, 33:1-13.
41 Yas. 4:31, 8:18, 9:5; 1Kr. 8:23-24; 1Ta. 16:15; 2Ta. 21:7.
42 Lev. 26:3-13; Yas. 7:12-26, 11:13-15, 22-25, 28:1-14, 30:20.
43 Yas. 4:30-31, 30:1-10; 1Kr. 8:30.
44 Lev. 26:14-35; Yas. 4:25-28, 11:16-17, 28, 28:15-68; 1Kr. 9:6-9; Yer. 11:1.
45 Hez. 17:19.
46 Bkz. Yer. 7:25-26, 25:3, 26:5, 44:4; ayrıca 1Sa. 8:8.
47 2Kr. 14:3, 16:2, 18:3, 22:2 vb.
48 2Kr. 8:18, 27, 10:31, 13:2, 6, 11; 14:24, 15:9, 18, 24, 28 vb.
49 Mez. 73:3; Yer. 12:1; Hab. 1:8; ve karş. Eyü. 12:6, 21:7.
50 Bkz. J. Marsh, The Fulness of Time, 1952, 54f.
51 Bu Yeremya’da iyi tasvir edilmiştir. Peygamber o dönemin halkına bir yargı ve lanet mesajı bildiriyor (ör. 4:6-7, 11-18; 6:1-7); ama hala onlara tövbe etmelerini ve günahlarını terk etmelerini öğütlüyor ki yıkımdan ve harap olmaktan kurtulabilsinler (4:1-2, 14; 6:8; 7:1-7).
52 Çık. 32:13; karş. 2Sa. 7:28-29.
53 Mez. 74:2.
54 Öz. Bkz. 9., 44., 48., 58., 74., 77., 80. ve 83. Mezmur.
55 Bkz. Mez. 81:8.
56 Bkz. 1Kr. 8:9, 21.
57 Yas. 5:6; karş. Yas. 6:20, 7:11.
58 Bkz. Lev. 19:34, 25:38; Yas. 10:19, 24:18, 22.
59 Lev. 22:32-33; karş. Say. 15:41; Yas. 5:15.
60 Mez. 1:2; karş. Yşu. 1:8.
61 Bkz. Yar. 28:19; Yşu. 5:9, 7:26; 1Sa. 7:12; 2Sa. 6:8.
62 Bkz. Yşu. 4:4, 7:25-26, 8:29; 1Sa. 6:18.
63 Ör. Bkz. Say. 16:40; Yşu. 10:27, 22-24; 1Kr. 8:9; 2Ta. 5:10; Yşa. 8:1, 30:8.
64 Bkz. J. Marsh, The Fulness of Time, 40-41.
65 Çık. 3:18, 8:28, ve bkz. J. Pederse, Israel, 1926, 3-4:398.
66 Bkz. J. Pedersen, a.e., 3-4:384, ve G. B. Gray, Sacrifice in the Old Testament, 1925, böl. 21- 24.
67 Çık. 12:1-13:10, 23:15, 24:18-19.
68 Özellikle bkz. Bunların 2Ta. 30:1’deki ve 35:1’deki kayıtları. Ayrıca sürgünden döndükten sonra Fısıh’ın kutlanması üzerine bkz. Ezra 6:19-22.
69 J. Pedersen, a. e., 3-4:85.
70 A.e., 401.
71 A.e., 502.
72 Yas. 16:12.
73 Lev. 25:42, 55.
74 Çık. 12:12-13, 13:11; Say. 3:11-13, 8:17-18; Yas. 26:1.
75 Bkz. Lev. 23:43; Yas. 16:13-17; Neh. 8:13.
76 Est. 9:26.
77 Bkz. Say. 33; Yas. 1:19, 29:2, 32:7, 33; Yşu. 23-24; Hak. 5:4; 1Sa. 12; 2Sa. 22; 1Ta. 16:8,12, 15; 2Ta. 20:6; Neh. 9:6; Mik. 6:3; Hab. 3. Debora’nın ezgisinde kök çok eskiye dayanıyor olabilecek bir geleneğe gönderme var: “Kuyu başındaki kalabalıklar RAB’bin zaferlerini… anlatıyorlar.” (Hak. 5:11).
78 Yas. 4:9, 9:19.
79 Çık. 12:8, 14; Yas. 6:20.
80 Yşu. 4:6, 21.
81 Mez. 44:1.
82 Bkz. 44., 74., 77., 78., 80. Mezmurlar vb.
83 Bkz. Yas. 5:15, 7:18, 8:2, 16:3, 24:9, 25:17, 29:2, 32:7.
84 Bkz. Mez. 78:1-11.
85 Bkz. E. Sauer, The Dawn of World Redemption, 1947, 148. Karş. A. Richardson, Christian Apologetics, 1947, 188.
86 “Toute l’oeuvre des Prophetes, qui est la chamiere de l’Ancien Testament. repose sur un double mouvement. Elle rappelle les grandes oeuvres de Dieu dans Ie passe; mais elle ne les rappelle que pour fonder la foi dans ses grandes oeuvres avenir. Elle est ala fois indissolublement memorial et prophetie.” (J. Danielou. Sacramentum Futuri, 1950,4).
87 Hoş. 8:13-14, karş. 7:16, 9:3, 6; 11:1, 5, 11; karş. Yas. 28:68.
88 Hoş. 2:14-15, karş. 11:1 ve 12:9.
89 Yer. 23:7-8, ve karş. 16:14-15.
90 Yşa. 51:10-11; karş. Yşa. 11:15.
91 Yşa. 32:17.
92 Yşa. 52:3-4.
93 Yşa. 52:12.
94 Yşa. 40:3.
95 Yşa. 43:19-20, karş. 41:18-19, ve 35.
96 Yşa. 48:21.
97 Yşa. 49:10.
98 Bu Bultmann’ın tipolojinin “son günler çalışmalarıyla ilişkilendirilmesi” dediği şeydir. (R. Bultmann, Ursprung und Sinn der Typologie als hermeneutischer Methode).
99 P. Fairbairn, The Typology of Scripture, 1953 tek. Bas. 1. Böl., 74.
100 Bkz. Amo. 5:18-20.
101 P. Fairbairn, a.e., 1. Böl., 73. Sonrasında şöyle devam ediyor: “Daha iyi şeylerin geleceğinin vaadini veren peygamberlikler ifade edilirken büyük ölçüde tarihsel karakterler ve olaylardan faydalanılmıştır. Ancak bu sadece iki yönlü bir temele dayandırılarak yapılır: eğer gelecekte görülecek olan temelde geçmiştekilerle aynı gerçek unsurlarını ve ilkelerini içeriyorsa, ve eğer bu beklenen gelecek geçmişte olan bir şeyi onurlandıracaksa.”
102 2Sa. 7; 1Ta. 17.
103 2Sa. 7:16; 1Kr. 11:12, 34.; 2Kr. 19:34,20:6; 2Ta. 21:7; Mez. 89:3-4, 132:11; Yer. 33:17,
20-21.
104 Mez. 130:12; Yer. 22:4, 30.
105 Bkz. yukarı s. 14.
106 Bkz. Yer. 23:5ff., 30:9, 33:14ff.; Hez. 34:23-24, 37:24-25.
107 Bkz. R. V. G. Tasker, The Old Testament in the New Testament (2. ed.). 1954, 111.
108 Öz. Bkz. Yuhanna 1:21 ve 6:14, 7:40.
109 “İçinde yer alan unsurlar bakımından bu açıklamanın ideal peygamber tanımını da içerdiği makul bir şekilde düşünülebilir. Bu ideal Musa gibi önde gelen bir peygamber olmalı, onda diğer peygamberlerden oluşan çizgi doruğa yükselmeli ve peygamberin karakter özelliklerini en mükemmel ve tamamlanmış şekilde göstermelidir.” S. R. Driver, A Critical and Exegetical Commentary on Deuteronomy, 1895, 229. Karş. H. L. Ellison. The Centrality of the Messianic Idea fort he Old Testament, 1953, 18. Burada ayrıca Yşa. 49:1-9’da geçen Rab’bin Kulunun da yeni Musa olarak sunulduğu fikri yer alır.
110 Bkz. H. St. John Thackery, The Septuagint and Jewish Worship, 1923,43ff.
111 A.e., 64, 76-77.
112 Bkz. Luka 2:38.
113 Bkz. Hoş. 7:16, 9:3, 11:5, 11.
114 Bkz. Hez. 19:4, 20, 23 ve özellikle 29.
115 Bkz. G. Dalman, Jesus-Jeshua (İngilizce çeviri), 1929, 124.
116 1Sa. 4:20.
117 Bkz. Hez. 4:3, 10:4-5, 18-19, 11:22-23.
118 Hag. 2:1-9.
119 Hez. 43:1.
120 Hez. 48:35.
121 Ör. Bkz. Mez. 11:4; Yşa. 57:57.
122 Yşa. 6:3 (Sir G. A. Smith çevirisi). Bkz. W. J. Phythian Adams, The People and the Presence, 1942,51.
123 Yoel 2:28 ve Hez. 37:9
124 Yer. 31:31
125 Hez. 37:26.
126 Ör. Hizkiya (2Ta. 29), Yoşiya (2Kr. 23) ve daha sonra da Nehemya (Neh. 9-10).
127 Karş. Yşa. 61:8 ve Hez. 37:26.
128 Yer. 31:33-34.
129 Bkz. Yşa. 65:17; karş. Yşa. 66:22.
130 Bkz. Yşa. 11:1, 65:23; Yer. 31:27-28; Hez. 34:25, 36:35.
131 Hez. 36:35.
132 Hez. 36:26.
133 Hez. 36:26.
134 Bkz. P. Fairbairn,. A.e. Böl.!, 74, ve ayrıca H. H. Rowley’in Rab’bin Kulunun kişiliğiyle ilgili çıkarımları için bkz. in The Servant of the Lord, 1952, 49ff.
135 R. V. G. Tasker, a.e., 12. Karş. J. Marsh, The Fulness of Time, 15.
136 A. Richardson, Christian Apologetics, 1947, 189: “Kutsal Kitap tarihinin tipolojik yorumu peygamberler ve elçisel tanıklar tarafından kaydedilip yorumlanan gerçek tarih akışına dayanır; ama onu kendi hayal ürünü anlamlarımızı yükleyerek okursak sanki tarihin dışındaymış ve onu hiç etkilememiş gibi anlaşılır.”
137 Karş. M. J. Lagrange, Saint Paul, Epitre aux Galates, 1942, 123.
138 J. Marsh, Biblical Authority for To-day, 1951, 186.
139 Bağlamın yorumlanmasından ziyade sözcüklerin açıklanması bakımından yorumbilimseldir, fakat esasen böyle bir alegori eisegesis sınıfındadır. Bkz. H. E. W. Turner, The Pattern of Christian Truth, 1954, 186.
140 Bkz. J. Massie “Allegory”, Hastings Dictionary of the Bible, cilt. 1, 64. B. F. Westcott, The Epistle to the Hebrews, 1982, 200. G. Florovsky, Biblical Authority for Today, 175. A. Richardson, Christian Apologetics, 190.
141 Bkz. Tertullian, Bapt. 8-9; Cyprian Ep. 63.8.
142 Bkz. Justin, Dial. 86.6, 138.2-3, Tertullian, Jud. 13, Origen, Hom. 7:3 Ex.
143 Gal. 4:24.
144 Bkz. P. K. Jewett, “Concerning the Allegorical Interpretation of Scripture”, Westminster Theological Journal (Philadelphia) cilt. 17, 1954, 18-20.
145 İbr. 7:3.
146 Bkz. A. G. Hebert, The Throne of David, 1941, 203 ve R. V. G. Tasker, a.e., 112.
147 Rom. 15:4; karş. 1Ko. 10:11 ve bkz. J. K. Mozley, 1Ko. 10:6-11 üzerine, A New Commentary on Holy Scripture (haz. Gore), 1928, 501, ve C. H. Dodd, Biblical Authority for To-day, 159.
148 İbr. 1:1.
149 Bkz. A. Richardson, Christian Apologetics, 189-90. C. H. Dodd, According to the Scriptures, 1952, 128-29.
150 Bkz. H. Cunliffe Jones, The Authority of the Biblical Revelation, 1945, böl. 5.
151 İbr. 13:8.